top of page

TÜRKİYE'NİN KUVVETLER AYRILIĞI SORUNU

Güncelleme tarihi: 27 Mar

Türkiye'de kuvvetler ayrılığı ilkesi, teoride anayasal bir güvenceye sahip olsa da partili cumhurbaşkanlığı sisteminde kuvvetlerin uygulamada nasıl işlediği sıkça tartışılmaktadır.

Kuvvetler Ayrılığı Nedir?

Kuvvetler ayrılığı, devlet gücünün yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayrılıp birbirinden bağımsız organlarca kullanılmasını öngören bir ilkedir. Bu kavram, ilk kez 18. yüzyılda Montesquieu tarafından "Kanunların Ruhu" eserinde sistemleştirilmiştir. Amaç, güçlerin tek elde toplanmasını engelleyerek özgürlükleri korumak ve keyfi yönetimi önlemektir. Günümüzde pek çok demokratik devletin anayasasında bu ilke temel alınır.


Kuvvetler Ayrılığı'nın Tarihçesi

Antik Çağ:Kuvvetler Ayrılığı fikrinin kökenlerini Antik Yunan'a ve Roma'ya dayandırmak mümkündür. Antik Dönem yazarlarından Çiçero, Aristo ve Platon gibi düşünürlerin eserlerinde devlet gücünün tek şahısta, kurumda toplanmasının devleti kötüye götürebileceği ve bu nedenden ötürü gücün farklı erkler arasında paylaştırılmasının daha sağlıklı olacağı savunulmuştur.


Orta Çağ: Magna Carta(1215) gibi belgeler kralın yetkilerini sınırlandırıp kanunlara uyulmasının zaruriyetini ve hukukun üstünlüğünü vurgulaması bakımından modern anlamdaki kuvvetler ayrılığının tohumlarını attığını söylemek yanlış olmayacaktır.


Aydınlanma Çağı: Montesquie modern anlamdaki kuvvetler ayrılığını sistemleştirdi, aynı zamanda Locke gibi çağdaş düşünürler benzer fikirleri savunarak insan hürriyetini ön plana çıkardı.


Modern Dönem: Amerikan ve Fransız devrimlerinin kuvvetler ayrılığı sistemini anayasal bir ilke haline getirdi. Özellikle ABD Anayasası, bu ilkeyi uygulayarak modern devletler için bir model oluşturdu.


Türkiye'de Kuvvetler Ayrılığı Sisteminin Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ne Kadarki Serüveni

Osmanlı Dönemi: Türkiye'de kuvvetler ayrılığının serüvenini zannediyorum ki Türk tarihindeki ilk anayasal belge olarak kabul görülmüş olan Sened-i İttifak (1808) ile başlatabiliriz. Bu antlaşmanın bir nevi Türk tarihinin Magna Carta'sı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu antlaşmayla Ayanlar (toprak sahipleri), padişahın keyfi uygulamalarına karşı haklarını korumayı amaçlamıştır.


1876'daysa Kanun-i Esasi ile meşruiyet ilan olunup, iki meclisli bir anayasal düzene geçilmiştir. Fakat 2.Abdülhamit 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki yenilgiyi gerekçe göstererek meclisi fethetti. 1908'de ilan edilen 2meşruiyetteyse padişah meclisin mutlak otoritesini tanımış ve meclis yetki bakımından öne geçmiştir.


Cumhuriyet Dönemi: Cumhuriyet'in ilanıyla beraber 1924 Anayasa'sı yazılmış ve kuvvetler birliği ilkesi benimsenerek meclis hükümeti sistemi benimsenmiştir. Ancak bu anayasa yargı bağımsızlığını sağlayacak kural ve düzenlemelerden yoksundu. Bu da 1960 senesine kadar Türkiye'de hukuk sisteminin oturmamasına ve gerek tek parti döneminde gerekse de 1o yıllık Demokrat Parti döneminde hukukun politize olmasına neden olmuştur.


1960 darbesi sonrası yazılan 1961 Anayasası'ysa Türkiye'de Kuvvetler ayrılığını benimseyen ilk anayasa olması bakımından kıymetlidir. Ayrıca devlet otoritesi karşısında bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, devlet kurumlarına (TRT'ye, üniversitelere vb) özerklik tanıması, iki meclisli sisteme geçilmesi ve Anayasa Mahkemesi'nin kurulması bakımından çok değerlidir. Ne yazık ki bu kazanımlar 1971 Muhtırası ve 1980 darbesi ile zedelenmiş veyahut kaybedilmiştir.


1982 Anayasası ülkedeki istikrarsızlığın ve iç kargaşanın nedeni olarak 1961 Anayasası'nı günah keçisi ilan etmiştir. Bundan hareketle 1982 Anayasa'sı yazılmıştır. Bu anayasada yürütmeyi güçlendirip yargı ve yasamayı zayıflatarak otoriter zeminlere uygun bir iklim yaratmıştır. Aynı zamanda birey, devlet karşısında güçsüz konuma düşürülmüştür. Bu anayasa 2007, 2011 ve 2017 senelerinde gerçekleştirilen referandumlarla çeşitli değişikliklere uğrasa da halen yürürlüktedir.


Parlamenter Sistem ile Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi karşılaştırması


a)Tarafsız Cumhurbaşkanı?

2007 senesinde yapılan referandumla cumhurbaşkanının meclis yerine doğrudan halk tarafından seçilmesi kararlaştırıldı. Bence bu değişiklik AK Parti iktidarında kuvvetler ayrılığının yaşadığı ilk büyük zedelenmeydi. Çünkü parlamenter sistemlerde hakem rolü oynaması gereken tarafsız cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi demek, cumhurbaşkanının kendinde güç bulup siyasi bir figür olarak öne çıkmasını sağlamakta ve tarafsızlığına gölge düşürmekteydi. Kaldı ki 2014-2017 yılları arasında sırayla başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu ile Binalı Yıldırım'ın halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanının gölgesi altında ne kadar pasif kaldıklarına hepimiz şahit olduk.


b)Yargı-yürütme arasındaki değişen ilişkiler

Yargı alanındaysa Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun başındaki yüksek ibaresi kaldırılmış ve üye sayısı 22'den 13'e düşürülerek cumhurbaşkanının kurul kadrosundaki belirleyiciliği artmıştır.(13 üyenin 4'ü doğrudan partili cumhurbaşkanı tarafından atanıyor). Orijinal parlamenter sistemde yargı bu denli yürütme etkisi altında değildir çünkü iktidar partisi yalnızca kurula meclisin gönderdiği isimlerde etkin olabilmektedir. Yeni sistemde kuvvetle muhtemel cumhurbaşkanının partisi meclisin çoğunluğuna sahip olacağı için(günümüzde olduğu gibi) yargı mensuplarının birçoğu doğrudan partili isimler tarafından atanmaktadır.


c)Yasama-yürütme arasındaki değişen ilişkiler

Parlamenter sistemde yürütme erki doğrudan meclisten çıkmaktadır (başbakan ve bakanlar kurulu), bundan ötürü yürütme meclise karşı sorumludur ve güvenoyu almak zorundadır. Yeni sistemdeyse yürütme erki cumhurbaşkanı tarafından meclisin dışından seçilebilmektedir.


Parlamenter sistemde hükümet %50+1 oyla düşürülebilirken günümüz sisteminde nitelikli çoğunluk olan ⅗'lik bir oran aranmaktadır.


d)Bütçe yetkisi

Meclisin ilk ortaya çıkış nedeni yasama görevinden ziyade verginin hesap sorulabilirliğidir. Bundan dolayı bütçe yetkisi meclise aittir ve bütçe tasarısını geçiremeyen hükümetler devrilirler, yeni seçim yapılır. Bugünse hükümet bütçe tasarısını geçiremezse geçen seneki bütçe tasarısına enflasyon oranında zam yapılarak yola devam edilebiliyor. Böylelikle yeni sistemde meclisin en önemli görevinin kaldırıldığını ve meclisin önemsizleştirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.




SONUÇ

Partili cumhurbaşkanlığı sisteminde kuvvetler ayrılığı teoride varlığını sürdürmekle birlikte pratikte ciddi şekilde zayıflamıştır. Parlamenter sistemlerde zaruri olan tarafsız, partisiz bir cumhurbaşkanı figürünün olmayışı sistemin denge ve fren mekanizmalarını büyük oranda işlemez hale getirmiştir. Bu nedenden ötürü günümüz sisteminde kuvvetler ayrılığından ziyade yürütmenin diğer erkler üzerinde kontrol sahibi olduğu kuvvetler birliğine yakınsayan bir sistem mevcuttur. Ben şahsen bu sistemde ısrar edilmesindense 150 yıllık parlamenter geleneğimizin modernize edilerek orijinal parlamenter sisteme dönülmesinin ülkemin menfaatleri adına daha yararlı olacağını düşünmekteyim.

Коментарі


bottom of page