SAMİ YUSUF KONSERİ ASLA BİR AÇIK HAVA KONSERİ OLAMAZ
- Ramazan Selçuk
- 25 Ağu
- 3 dakikada okunur
Müzik eleştirmeni değilim. Sadece birkaç kanaatimi ifade edeceğim. 23 Ağustos akşamı İstanbul, Yenikapı’da çok özel bir buluşma gerçekleşti. Anadolu PSM, SİS Production ve Kalyon Ajans iş birliğinde düzenlenen bu etkinlikte, uzun yıllardır ülkemizin beklediği, dünya müziğinin en özgün seslerinden biri olan Sami Yusuf sahneye çıktı.

Konserin başlığı “Ecstasy: İki Deniz Arasında” idi. Başlığın kendisi bile merak uyandırıyordu. Hangi denizlerden bahsediliyordu? Boğaziçi’nin iki yakası mı, Doğu ile Batı mı, ruh ile beden mi? Aslında hepsi… Sami Yusuf’un müziği her zaman iki farklı dünyanın, iki ayrı kültürün, iki ayrı boyutun buluşma noktasını işaret etmiştir. Nitekim o akşam da öyle oldu.
Bu konser sıradan bir buluşma değildi, çünkü Sami Yusuf’un yeni albümü Ecstasy’den eserler ilk kez burada seslendirildi. Yani İstanbul sadece bir konseredeğil, aynı zamanda bir dünya prömiyerine de ev sahipliği yaptı. Yaklaşık on yıllık hasretin ardından, sanatçının yepyeni eserlerine ilk kez kulak vermek, büyük bir ayrıcalıktı. Üstelik konserin gelirlerinden bir kısmının Filistin halkına bağışlanacağı açıklanmıştı. Sanatın insani boyutunu ihmal etmeyen bu yaklaşım, konserin ruhunu daha da derinleştirdi.
Büyük bir heyecanla gittiğim bu konserde, sahneye çıkan geniş sanatçı topluluğu dikkat çekiciydi. Orkestra farklı kültürlerden, farklı müzik geleneklerinden enstrümanlarla donatılmıştı. Farklı milletlerin folk müziği ezgileri, Türk müziğinin nağmeleriyle yan yana geldiğinde kulaklarımızın alışık olmadığı ama ruhumuzun yabancılık çekmediği bir uyum ortaya çıktı. Bu sürpriz düet, gecenin en keyif veren anlarındandı. Sami Yusuf’un kompozisyon yeteneği zaten biliniyordu, bu konserde bir kez daha kanıtlandı. Farklı kültürlerden gelen sesleri çatıştırmadan, tam tersine birbirine eklemleyerek bir bütün oluşturması, onu “O” yapan en parlak göstergesiydi.
Ancak ne yazık ki bütün bu büyüyü gölgeleyen çok ciddi bir sorun vardı, ses sistemi… Daha konserin açılışında mehter ekibi sahnedeyken hoparlörler birden kesildi. Dakikalar değil belki ama saniyeler süren o sessizlik, on binlerce kişinin şaşkın bakışları arasında garip bir hayal kırıklığı oluşturdu. Bu sadece bir başlangıçtı,çünkü sorun konser boyunca devam etti. Sami Yusuf’un ve koronun sesleri çoğu an kesik kesik geldi, bazen hiç duyulmadı. Enstrümanlarda böyle bir sorun yoktu,keman, ney, gitar, bağlama pırıl pırıl duyuluyordu. Ama vokallerin, yani konserin ana damarının, bu kadar sorunlu gelmesi gerçekten büyük bir hayal kırıklığıydı…
Sanatçı da bunun farkındaydı. Hatta sahnede bu konuda özür dilemek zorunda kaldı. Ses sistemiyle yaşanan sıkıntıyı kabul ederek, “…Bu sahne aslında pop müziğe daha uygun, bizim için zor…” sözleriyle meseleyi toparlamaya çalıştı. Bu cümle aslında organizasyona dair çok şey söylüyordu. Açık hava konserleri pop müzik için, alkış ve tempo için uygundur. Sami Yusuf gibi akustik ağırlıklı, ruhani derinliği olan bir müziği açık havada icra etmeye çalışmak, doğru bir tercih değildi belki. Bu tercih, bir dünya yıldızının sanatını icra etmesinden çok daha fazla bilet satma arzusunun bir sonucuydu. Akustik bir konseri, sesin rüzgarda kaybolup gideceği bir mekandayapmak hangi mantığa sığar? Organizasyonu üstlenenler daha fazla bilet satmış olabilir, peki ya konserin ruhu? Peki ya sanatın hakkı? Merak ediyorum, Mutlu oldular mı gerçekten?
Sahne görsel açıdan zengindi. Işık tasarımı, projeksiyonlar, kostümler, İstanbul’un tarihsel ruhunu yansıtmak üzere özenle seçilmişti. Ama işte ses olmayınca bütün bu görsellik yarım kalıyor. Çünkü bir konseri konser yapan, en nihayetinde sestir. Ne kadar görkemli bir sahne hazırlarsanız hazırlayın, ses sisteminiz izleyiciye güven vermiyorsa bütün emekleriniz boşa gider. O gece de bir parça böyle oldu maalesef.
Bir başka hayal kırıklığı ise izleyici kitlesinden geldi. Konser boyunca kahkahalar, sohbetler, yüksek sesli konuşmalar havada uçuştu. Müziğin maneviyatına eşlik edecek sessizlik, maalesef bir türlü sağlanamadı. Bizim toplum olarak konser kültürümüzün ne kadar eksik olduğunu bir kez daha gördüm. Bir konser, sadece sahnede icra edilen bir sanat değildir, izleyicinin tavrı da konserin bir parçasıdır. Sessizliği, dikkati, nezaketiyle dinleyici, sahnedeki sanatçının emeğine ortak oluradeta. Ama bu gece biz o sınavdan geçemedik…
Bütün aksaklıklara rağmen Sami Yusuf’un -az da olsa- vokal performansı ve orkestranın uyumu gecenin en parlak kısımlarıydı. Gözlerimizi kapatıp sadece müziğe kulak verdiğimiz anlarda, o hoş sada içimize işledi. Ama buruk bir duygu da vardı içimizde. Çünkü biliyorduk ki bu konser daha iyi şartlarda, daha uygun bir salonda yapılıyor olsaydı, bambaşka bir deneyim yaşardık.
Konserin sonunda Nasimi ile sahneye veda eden Sami Yusuf, bis yaparak aslında bir döngüyü tamamladı. Açılışta başladığı eseri, kapanışta tekrar seslendirdi. Bir daire çizdi, başladığı yerde bitirdi. Bu hem tasavvufi hem de sanatsal bir tercihti. Ama belki de asıl daireyi biz çizdik, büyük beklentilerle gidilen, büyülü anlarla süslenen ama sonunda bir parça buruklukla evimize döndüğümüz bir gece yaşadık.
Sami Yusuf’un İstanbul’da yeniden sahneye çıkışı bizim için bir şanstı. Ama organizasyon zaafları, ses sisteminin beceriksizliği ve sonrasında sosyal medyanın linç kültürü, bu şansı bir tık gölgeledi. Belki de bu konser, sadece bir müzik gecesi değil, toplumumuzun kültürel seviyesini ölçen bir turnusol kağıdıydı. Ve maalesef biz, bu sınavdan iyi bir not alamadık.
Ha şunu da eklemeden bitiremeyeceğim, “Hasbi Rabbi”yi çalsaydı fena olmazdı.








Yorumlar