DEVLETİN ROMANI: KEMAL TAHİR'DEN BUGÜN SİYASETİNİ OKUMAK
- Tolga Aktas
- 20 Eki
- 3 dakikada okunur
Türkiye’nin siyasal ve entelektüel hayatında bazı isimler vardır ki, romanları yalnızca birer edebî eser olmanın ötesine geçer; toplumun, devletin ve tarihin damarlarına işleyen düşünce metinleri hâline gelir. Kemal Tahir bu isimlerin başında gelir. Onu yalnızca “romancı” olarak tanımlamak büyük bir eksiklik olurdu. Çünkü Tahir’in romanları, devletin nasıl kurulduğunu, toplumun hangi dinamiklerle değiştiğini ve tarihin bizde neden Batı’daki gibi akmadığını sorgulayan derin düşünceler içerir. Bugün Türkiye’nin siyasetine dair tartışmalar yaparken Kemal Tahir’in gölgesi hâlâ üzerimizdedir.

Devlet Romanı
Kemal Tahir’e göre Türkiye’nin en belirgin farkı, Batı toplumlarından farklı olarak devletin bizzat toplum kurucu bir rol üstlenmesidir. Batı’da feodalite, burjuvazi, kilise ve soyluluk arasındaki mücadeleler toplumu dönüştürürken, bizde devlet yukarıdan aşağıya toplumun şekillendiricisi olmuştur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreklilikte devlet hep kurucu, örgütleyici, kimi zaman da baskıcı bir figürdür.
Kemal Tahir, bu noktada Batı tipi burjuva demokrasisinin Türkiye’ye birebir uygulanamayacağını savunur. Çünkü bu topraklarda tarihsel olarak burjuvazi oluşmamıştır; köylü ve devlet arasındaki denge, toplumsal yapının temel eksenini oluşturmuştur. Dolayısıyla devlet bizde yalnızca bir yönetim aygıtı değil, halkın varoluşunu sürdürebilmesinin de koşuludur.
Bu bakış açısı, bugünün siyasetinde hâlâ belirleyici. Devleti küçültmekten ziyade devleti yeniden tanımlamak, halkın ihtiyaçlarıyla buluşturmak, Türkiye’de demokratikleşmenin de temel yoludur. Kemal Tahir’in uyarısı şudur: “Bizim tarihimiz Batı’nın tarihi değildir, dolayısıyla bizim çözüm yollarımız da Batı’nınkilerle aynı olmayacaktır.”
Toplum ve Tarih Yorumu
Kemal Tahir’in romanları, özellikle de Devlet Ana, Yorgun Savaşçı ve Esir Şehrin İnsanları, tarihe edebî bir gözle bakmaktan çok, tarih üzerinden bugünü anlama çabasıdır. Ona göre Osmanlı’dan Cumhuriyet’e keskin bir kopuş değil, derin bir süreklilik vardır. Bu süreklilik devletin örgütleyici rolünden, köylünün üretim ilişkilerindeki konumuna kadar birçok alanda izlenebilir.
Tahir, Batı’daki toplumsal dönüşümlerin bizde birebir yaşanmadığını hatırlatır. Feodaliteye karşı burjuvazinin mücadelesi ya da sanayi devriminin doğurduğu işçi sınıfı hareketleri bizde aynı yoğunlukta görülmemiştir. Dolayısıyla Batı merkezli ideolojilerin (ister liberalizm ister sosyalizm olsun) Türkiye’de tam anlamıyla kök salamamasının nedeni de buradadır.
Bu bağlamda halk–aydın çatışması da onun eserlerinde önemli bir yer tutar. Halk, tarih boyunca devlete bağımlı yaşamış; aydın ise Batı’dan ithal edilen fikirlerle bu halkı dönüştürmeye çalışmıştır. Ancak aradaki mesafe çoğu zaman kapanmamıştır. Bugün hâlâ siyaset sahnesinde görülen “elit–halk” geriliminin kökleri de buradadır.
Siyasete Yansıyan Dersler
Kemal Tahir’in fikirleri, 1960’lardan itibaren Türkiye solunda yoğun tartışmalara yol açtı. Batı merkezli sosyalizme yönelmek yerine “bizim toplumsal gerçekliğimizden” hareket eden bir sosyalizm arayışı onun düşüncelerinden beslendi. Bu yönüyle “yerli sol” tartışmalarının merkezinde durdu.
Bugün baktığımızda, onun uyarılarının hâlâ güncelliğini koruduğunu görüyoruz.
Demokrasi tartışmaları: Batı modeliyle birebir uyumlu bir demokrasi kurmak yerine, toplumsal yapımızın gerçekliklerini dikkate alan bir demokrasi anlayışı.
Kalkınma meselesi: Sanayileşme, köylü toplumunun dönüştürülmesi ve devletin yönlendirici rolü olmadan Türkiye’nin bağımsız kalkınamayacağı fikri.
Devlet-toplum ilişkisi: Devleti şeytanlaştırmadan, ama halktan koparmadan yeniden tanımlamak.
Bu noktada Kemal Tahir, yalnızca bir edebiyatçı değil, siyasetçilere ve düşünürlere hâlâ yol gösterici bir düşünürdür.
Günümüz İçin Kemal Tahir
Bugün Türkiye siyasetinde devletin rolü hâlâ tartışmalı. Kimileri devleti küçültmekten söz ediyor, kimileri ise devleti yeniden güçlendirmeyi savunuyor. Ancak sorun yalnızca devletin büyüklüğü değil, onun toplumsal rolünün nasıl tanımlandığıdır. Kemal Tahir’in düşünceleri burada bir pusula işlevi görüyor: Devleti toplumun ihtiyaçlarını örgütleyen, kalkınmayı yönlendiren ama aynı zamanda halkla bağını koparmayan bir mekanizma olarak düşünmek.
Üstelik sadece ekonomi ya da siyaset bağlamında değil, kültürel anlamda da Tahir’in uyarıları önemlidir. Halkın tarihsel hafızasını küçümseyen, Batı’dan hazır reçetelerle toplum mühendisliği yapmaya çalışan yaklaşımlar başarısızlığa mahkûmdur. Bu yüzden Kemal Tahir, aydına da bir görev yükler: Halkı anlamak, onun tarihsel deneyimlerini dikkate almak, fikir üretirken bu gerçekliği temel almak.
Sonuç
Kemal Tahir’in romanları, aslında Türkiye’nin devlet–toplum–tarih üçgeninde nasıl bir yol haritasına sahip olduğunu anlamak için kılavuz niteliğindedir. O, bize yalnızca geçmişi değil, bugünü ve geleceği de anlamamız için bir bakış açısı sunar.
Bugün siyaseti konuşurken, partilerden politikalara, demokrasi tartışmalarından kalkınma vizyonuna kadar her alanda şu soruyu sormak zorundayız: Bizim tarihimiz hangi özgün dinamikleri barındırıyor ve bu dinamikler siyaseti nasıl şekillendiriyor?
Tam da burada günümüz siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olan CHP’nin iç tartışmalarını hatırlamak gerekir. Parti, bir yandan değişim arayışını dillendiriyor, bir yandan da kendi tarihsel mirasıyla bağını nasıl kuracağını tartışıyor. Kemal Tahir’in düşünceleri bu noktada bir uyarı niteliği taşıyor: Türkiye’nin özgün tarihsel ve toplumsal koşullarını dikkate almadan yapılacak her siyaset arayışı, halkla bağ kurmakta zorlanacaktır.
Öyleyse asıl soru şudur: CHP, Kemal Tahir’in işaret ettiği tarihsel gerçekliği dikkate alarak devleti ve toplumu yeniden yorumlayabilecek midir, yoksa Batı’dan ithal kalıplar arasında sıkışıp kalmaya devam mı edecektir?








Yorumlar