BİR ÖLÜMÜN ARDINDAN ÇIKAN 3 FARKLI SESİN ''SIRRI''
- Ali Yağız Baltacı
- 6 May
- 3 dakikada okunur
Sırrı Süreyya Önder'in vefatı sonrası toplum genel hatlarıyla üçe bölündü. Bu yazımızda toplumumuzun ayrı ayrı gerçekleri olan bu üç grubu analiz edeceğiz.

Sırrı Süreyya Önder vefat etti.
Bu ölüm Türkiye'de genel başkan seviyesinde olmayan bir siyasetçi için görülmemiş bir yankı uyandırdı.
Bu büyük yankı sürpriz olmadı çünkü mevzubahis kişi kamuoyunun gözü önünde olan bir insandı.
600 milletvekili arasından 10 tane bile zor sayacak kişiler dahi Sırrı Süreyya Önder ismini çeşitli sebeplerden dolayı kolayca sayabilirdi.
Konuşmalarının özgün, esprili, akılda kalıcı olması; şivesi, üslubu, mizacı; siyasetçi kimliğinin yanında yazar, senarist, yönetmen olması kendisini farklı bir konuma oturtuyordu.
Aslında cezaevinden çıktıktan sonra bir süre köşesine çekilmişti.
Acaba siyaseti bıraktı mı diye düşünürken 2023 seçimlerinde tekrar parlamentoya döndü.
Akabinde meclis başkanvekili olmasıyla kendisini yeniden vitrinde buldu.
Finalde ise İmralı Heyeti'nde yer alarak ülkenin gündeminin merkezine yerleşti.
Ölümü tüm bu sebeplerden ötürü sarsıcı oldu.
Bu vefatın ardından toplumun genel olarak üçe bölündüğünü ifade edebiliriz.
Birinci grup DEM Parti çizgisine yakın sosyalist sol ve/ya sosyal demokrat akımların temsilcileri ve destekçileri.
Bu grup kuşkusuz çok büyük üzüntü ve acı içinde kaldı.
Sırrı Süreyya Önder'i çok sevip sahiplenen toplum bu.
Sırrı Süreyya Önder'e yönelik sevgisini, hayranlığını ifade etmekten çekinmeyen; üzüntüsünü ve acısını da en yoğun şekilde yaşayan bu toplumun temsilcileri; rahmetli Önder'in yaşamı boyunca barış ve adalet peşinde koşmuş civanmert bir insan olduğuna inanıyor.
Bu grubun içinde en başta ifade ettiğimiz ideolojik çizginin temsilcilerinin yanı sıra Sırrı Süreyya Önder'i daha kişisel sebeplerle seven insanlar da var.
Benim annem örneğin. Siyaseti pek bilmeyen bir kişi olmasına karşın merhum Önder'in konuşmalarını, mizacını, üslubunu hep çok sevmiştir. Nitekim vefatı sonrası üzüntüye boğuldu.
Şimdi gelelim ikinci gruba:
Bu grup konuya daha gri bakan insanlardan oluşuyor.
Genel itibarıyla ziyaset yelpazesinin merkezine yakın duran bu toplumun temsilcileri Sırrı Süreyya Önder'in vefatını mesafeli bir üzüntüyle karşılayan toplumun Rahmetlinin yaşamına, kültür sanat alanındaki çalışmalarına, kalemine, diline, zihin dünyasının ve edebiyatının zenginliğine beğeni ve saygı duyuyorlar.
Buna karşın Önder'in ideolojik konumlanmasını sahiplenmiyorlar. Görüşlerini kendi görüşleri gibi kabul etmiyorlar. Ancak siyasetçi profili olarak nitelikli ve kaliteli buluyorlar.
Türkiye'nin böyle özgün bir siyasetçiden mahrum kalmasından dolayı da üzgünler.
Üçüncü ve en radikal gruba geldik.
Bu grup için "öfkeli milliyetçiler" veya "öfkeli ulusalcılar" ifadeleri kullanılabilir.
Önder'in vefatından beri en sert şekilde tepkilerini gösteriyorlar.
Sırrı Süreyya Önder'in PKK'yı sahiplenen, Öcalan'ı öven konuşmalarını paylaşıyorlar.
Şehit çocuklarının fotoğrafını paylaşarak; Sırrı Süreyya Önder'in terör destekçisi olduğunu savunuyorlar.
Önder için rahmet dileyen, üzüntü duyan kişileri de hainlikle, vatansızlıkla suçluyorlar.
Şehit cenazesine katılımın düşüklüğünü örnek gösterip Önder'in cenazesindeki kalabalığa öfke kusuyorlar.
"Bebek Katili Apo'ya babam diyen terör sevicisi bir adamın gördüğü ilgiye bak" cümleleriyle hayal kırıklıklarını dile getiriyorlar.
Hatta bazıları; Önder için taziyelerini ifade eden tanınmış simaları da listeliyor ve fişliyor.
Genel hatlarıyla anlattığımız bu üç grup, Sırrı Süreyya Önder'in vefatı sonrası çıkan seslerin özetini oluşturuyor.
Aynı zamanda toplumun bir kesiminin PKK ve Öcalan nefretinin boyutlarını da gözler önüne seriyor.
Böyle bir topluma Öcalan'ın barış elçisi, barış savunucusu gibi sunulması pek sağlıklı sonuçlar doğurmayacaktır.
Yazımın sonuna gelirken rahmetli Sırrı Bey'e ilişkin kendi konumumu da paylaşmak isterim.
Genel hatlarıyla gri kısımda olduğumu vurgularken Önder'in çok sevdiğim ve beğendiğim yönleri olsa çok yadırgadığım bir yönünü de yazacağım.
Rahmetli Sırrı Bey'in 2011 yılından beri çoğu konuşmasını dinledim.
Hem Meclis konuşmalarını hem de katıldığı programlarda yaptığı konuşmaları.
Senaryolarını yazdığı filmleri de izledim.
Hep çok şaşırdığım konu şu:
Entelektüel birikimi bu kadar yüksek olan, öğrenmeyi ve okumayı bu kadar çok seven, kendisini ifade etmekte bu denli mahir olan bir kişinin işlediği tüm suçlardan bağımsız son derece kalibresiz bir şahıs olan Abdullah Öcalan'a karşı duyduğu büyük sevgi ve hayranlık bence normal bir durum değil.
Sırrı Bey muhtemelen kafasında yarattığı bir Öcalan fotoğrafına hayranlık duymuş olmalı.
"Mazlum bir halkın önderi ve kurtarıcısı" şeklinde kafasında kodluyor olsa gerek.
Sosyalizmi benimsemiş Adıyamanlı bir Türkmen'in; tüm motivasyonu Kürt milliyetçiliği damarı üstünde tepinmek olan ve ülkede 40 yıldır devam eden etnik savaş başlatmış bir kişiye bu kadar bağlı olması başka çıkarımlar yapabilmemize zemin hazırlıyor.
Öyle ki; etnik olarak Kürt olan ve PKK çizgisinden gelen çok sayıda DEM Partili bile Sırrı Süreyya Önder'in Öcalan sevgisinin yanına yaklaşamaz.
Türkiye Solu'nun Kürt Hareketi'ne yaklaşımının en ilginç örneklerinden birisi bu.
Öcalan'ı Che ve Mandela gibi görme manipülasyonunun hazin bir sonucu olarak değerlendiriyorum.
Başta ailesi ve sevenlerine taziyelerimi iletiyorum.
Yorumlar