top of page

BAŞARISIZ PRENS HİKAYESİ

Siyasetçiler öylesine etkileyici hikâyeler yaratır ve bunu öylesine iyi satarlar ki ayaklarınız yerden kesiliverir. Kısa süreliğine, gerçekliğin dışında bir yerde yaşarsınız. Ortaya koydukları “dava” da, olağanüstü bir ahlaki üstünlük anlatısıyla ayrılmaz eş olur. Ve tıpkı Machiavelli’nin Prens’inde olduğu gibi, bu anlatılar çoğu zaman güçle, nadiren de gerçekle ilgilidir. Nitekim bu harikalar diyarı kısa süre önce bir örnekte aniden tuzla buz oldu. Memleket Partisi kapandı.

Peki tabi Memleket Partisi, Türkiye siyasetinde en hatırlananlar arasında olmasa da unutulmayacak zira 2023 seçimlerinde enteresan bir strateji gütmüşlerdi ve muhalefet adına önemli stres hatlarından birisi oldular. Parti, iktidar olmayı ve yönetimde etkin olmayı hedefleyen bir oluşumdan ziyade CHP'yi ele geçiren ''10 Aralık'' takımının antisi konumunu parti içinde daha fazla koruyamayarak ayrılmak durumunda kalmıştı. Kırılma anlarından birisi, 2018 seçimlerine partinin üstünde bir oy oranı alan İnce'nin, Yalova'nın alfabetik sırası bahane edilerek yakışıksız ve parti yönetminden uzak ve adeta ''çevre'' konumunda sayılan bir yere kurultayda oturtulmasıydı. CHP’nin ‘‘Cumhuriyet Mitingleri’’ yüzünün tezahürü bu topluluk, SODEVci CHP’nin karşısında siyasi argümanlardan öte ahlaki çizgiyle durmaya çalışmıştı.


İşte tam burada, bir kırılma başladı. Çünkü Memleket Partisi’ni yaratan bu kadro, başlangıçta bir strateji değil, bir pozisyon savunuyordu. Onlar için başarı, iktidara yürümekten çok, doğru konumda ısrarcı olmaktı ve bunu can siperane şekilde muhafaza etmeyi gerektiriyordu. Parti içindeki hâkim yapıya göre “eskimiş”, “hantal”, “popülist” diye yaftalanan ulusalcı-kemalist çizgi, aslında halkla bağını kaybetmemişti. Fakat tam da bu nedenle sistem dışına itiliyordu, 10 Aralıkçıların ideallerine dair parti içindeki en ciddi tehditti. Ve işte o dışa itilmeyle, hikâye bambaşka bir yola evrildi.


Machiavelli’nin Prens’i burada sahne alır. Kitap boyunca tekrar eden bir tema vardır: “Gücü eline almak isteyen kişi, erdemli olmaktan ziyade sonuç alıcı olmalıdır.” Ahlaki duruş, sadakat ve ilkeler Machiavelli’ye göre güzel ama çoğu zaman faydasız niteliklerdir. Politik arenada, özellikle kriz zamanlarında, hayatta kalmak için “erdem” değil, “gösterilen erdem” gerekir. Dolayısıyla CHP içinde etik bir pozisyon alan ve bunu inatla sürdüren bu grup, sonunda kendi kurallarına göre değil, sistemin kurallarına göre oyunu oynamaya mecbur kaldı.


Yani prens olamayınca sarayı terk ettiler. Bu müstakbel prens olabilmeye dair ve çizgilerinin başarısını test edebilecekleri cesurca bir adımdı

Ama buradaki trajedi şu: Başta “doğru konum” için yola çıkanlar, o konumun dışında kaldıklarında artık aynı etik dayanakları sürdüremediler. Çünkü sistemin dışına düşen biri için ahlaki üstünlük, görünürlük kaybıyla etkisini yitirir. Ahlak, içerideyken bir güçtür, dışarıdayken sadece nostaljiye dönüşür. Bu noktadan sonra bir tercih yapılacaktı 'ya kaybolmayı göze alırsınız ya da Machiavelli’nin Prens’i gibi, yeni bir güç odağı yaratmak için ilkeleri esnetirsiniz.'


Muharrem İnce ve arkadaşları ikinci yolu seçti. Ayrılık, bir protestoyla başladı ama kısa sürede kişisel bir iktidar arayışına dönüştü. Bu evrim kaçınılmaz değildi ama açıklanabilir, güce yakın olamayanlar bir süre sonra gücün formuna benzemeye başlar.


İşte bu noktada Prens’in başka bir bölümü devreye girer. Machiavelli, yeni prensin halkın gözünde meşruiyet kazanması için bazen önceki düzenle arasına mesafe koyması gerektiğini söyler. Ama bu mesafe asla bir kopuş değildir. Çünkü halk, sürekli 'bir süreklilik' arzular. Memleket Partisi’nin hayati hatası burada başladı aslında. Koptukları düzenden ne tam kopabildiler ne de ona alternatif olabildiler. Hem “biz farklıyız” dediler, hem de aynılığın içinde erimekten kurtulamadılar. Toxic bir ilişki konumundan öte çok az kez çıkabildiler.


Sonunda ise, gerçek bir prens olamadan, oyunun figüranı hâline geldiler.


Ve şimdi, kapanan bir partinin ardından sahneye geri dönmeye çalışan aynı aktörleri görüyoruz. Sanki hiçbir şey olmamış, sanki verilen sözler, çizilen sınırlar unutulmuş gibi. Prens, tacını değilse bile, kraliyet odalarını özlüyor anlaşılan. Ve Perde Kapanır


Gelinen noktada, hikâyenin ironisi artık saklanamayacak kadar ortada. Başlangıçta CHP içinde “ahlaki konum” adına başkaldıranlar, yani kendilerini pozisyon değil ilke insanı olarak sunanlar, o ilkelerin taşıdığı zemini terk edip kendi gemilerini inşa etmeye çalıştılar. Bu gemi, elbette prensin taşıdığı tüm yükleri barındırıyordu: dışlanmışlık, hırs, intikam ve özlemi duyulan bir iktidar ateşi.


Ama gemi yüzmedi.


Ve yüzemeyince, bir zamanlar terk ettikleri karaya geri dönmeye başladılar. Fakat bu kez ne yeni bir hikâyeleri var ne de o eski ahlaki üstünlükle halkı ikna edebilecekleri bir dilleri. Çünkü kamuoyunun belleği, politikacıların sandığı kadar kısa değil. CHP’ye yönelttikleri eleştiriler yalnızca ideolojik değildi, ahlaki nitelikteydi. “Onlar yozlaştı, biz durduğumuz yerde durduk” dediler.


Peki şimdi ne değişti?


CHP mi yeniden o eski yola döndü? Hayır. Parti hâlâ “sosyal demokrat” adı altında neoliberal ittifaklar yapan, ulusalcılığı sadece gerektiğinde raftan indiren bir yapı. Peki bu dönüş nedir? Bu geri adım neyin adı?


Bir açıklaması var, ahlak işe yaramadı, strateji işlemedi.

Ve işte tam da bu yüzden artık ne “doğru konumda duranlar” ne de “başarılı stratejistler” söz konusu. Sadece konumunu tekrar elde etmek isteyen ama artık o koltuğun bile soğuduğunu fark etmeyen bir prens var sahnede. O da artık kendi hikâyesine inanmıyor, ama başka bir hikâye yazmaya mecali de kalmamış.


Sadece, başarısız bir prens hikâyesi.

bottom of page