top of page

YÜKSEK VERGİLERİN EKONOMİK BÜYÜMEDEKİ OLUMSUZ ETKİSİ: BİREYİN İRADESİNDEN DEVLETİN HEGOMONYASINA

Yüksek vergiler sadece cüzdanı değil, bireyin iradesini hedef alır. Vergilendirme, modern devletin birey üzerindeki en kalıcı ve sistematik müdahale biçimidir.

ree

Genellikle “kamusal malların finansmanı” ya da “toplumsal refahın sağlanması” gibi gerekçelerle meşrulaştırılsa da, özünde vergi, bireyin iradesi dışında ürettiği değerin merkezi bir otorite tarafından el konularak yeniden dağıtılmasıdır. Ve otoritenin merkezde olduğu bir yapı, ne özgürdür, ne yenilikçidir, ne de sürdürülebilir bir büyüme üretebilir. Bu yazıda yüksek vergilerin ekonomik büyüme üzerindeki etkileri yalnızca teknik bir maliyet meselesi olarak değil, birey ile devlet arasındaki güç ilişkisi bağlamında ele alınacaktır. Temel sav şudur: Yüksek vergiler, yalnızca yatırım ve üretimi değil, bireysel özerkliği ve toplumun alt tabandan yukarıya gelişme kapasitesini bastırır.


Vergi, çoğu iktisat literatüründe nötr bir araç gibi sunulur: Devlet belli bir oranda kaynak toplar, bu kaynakla çeşitli hizmetler sunar. Ne var ki, bu anlatımın göz ardı ettiği temel bir gerçek vardır: Vergi, gönüllü değil, zorunludur.Bir bireyin gelirinin belli bir kısmına, kendi iradesi dışında el konulmaktadır. Bu müdahale, "kamusal yarar" gerekçesiyle meşrulaştırılsa da, özünde bireyin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamına gelir.


Bu noktada Hayek’in uyarısı önemlidir:

“Özgürlük, sadece eylem serbestiyeti değil, başkalarının planlarına göre yaşamaya zorlanmama halidir.”Yüksek vergiler, bireyi yalnızca ekonomik olarak değil, düşünsel olarak da başkalarının planlarına göre yaşamaya zorlar. Çünkü yüksek vergilerle büyüyen bir devlet, yalnızca kaynakları değil, öncelikleri de birey adına belirlemeye başlar.

Friedrich Hayek’in “bilgi problemi” olarak adlandırdığı temel argüman, burada devreye girer. Hayek’e göre ekonomik bilgi merkezi değil, dağınıktır. Her birey, yalnızca kendi koşullarına özgü bilgilere sahiptir ve piyasa, bu bilgilerin etkileşiminden doğan bir sinyaller sistemi olarak işler.


Vergilendirme bu sürece dışsal bir müdahaledir. Çünkü devlet, vergilendirme yoluyla bazı davranışları cezalandırır (yüksek gelir, yüksek sermaye kazancı, tüketim), bazılarını ise teşvik eder (devlet destekli sektörlerde yatırım, politik öncelikli alanlar). Bu durum, bireysel bilgiye dayalı doğal kaynak tahsisini bozar.


Her ekonomik büyüme dönemi, bir anlamda “bireysel risk alma çağlarıdır.” Girişimcilik, sabit düzeni bozma, yeni değer yaratma ve geleceği öngörebilme cesareti ister. Yüksek vergiler, bireyin bu riskin karşılığında elde edeceği potansiyel getiriyi azaltır. Sonuç? Girişim erozyona uğrar, mevcut yapı korunur, yeni fikirler değil eski kurallar teşvik edilir.

Özellikle sermaye kazançları, kar payları ve kâr üzerindeki vergiler, bireyin biriktirme ve yeniden yatırım yapma döngüsünü kırar. Bu da doğrudan verimlilik artışının ve teknolojik ilerlemenin önünü tıkar. Yüksek vergilendirme ile inovasyon aynı zeminde büyüyemez.


Yüksek vergilerle bireyler, kazandıkları geliri en verimli olduğu alanda değerlendirme imkanını kaybeder; sermaye verimsiz ama politik olarak avantajlı alanlara kayar. Sonuçta görünürde istikrarlı ama derinlemesine kırılgan, inovasyon kapasitesi düşük, rantla büyüyen bir ekonomik yapı ortaya çıkar.


Küreselleşen dünyada sermaye esnektir. Ve sermaye, her zaman daha az maliyetle daha fazla getiri sunan yere yönelir. Yüksek vergi oranlarına sahip ülkeler, yabancı yatırımcılar açısından cazibesini hızla kaybeder. Bu yalnızca maliyet meselesi değildir. Yüksek vergi oranları aynı zamanda ekonomik istikrarsızlık ve politik müdahale riskinin bir işareti olarak da görülür.


Sermayenin kaçışı, üretim kapasitesinin azalması, istihdamın düşmesi ve uzun vadede beyin göçü ile tamamlanır. Çünkü girişimciler ve yüksek nitelikli bireyler, sadece vergi oranlarını değil, üretimlerinin anlamlı karşılık bulup bulmadığınıda değerlendirir. Bireyin iradesi sistematik olarak bastırılıyorsa, ekonomik aktörler yalnızca parasını değil, hayatını da başka yere taşır.


Vergilendirmenin en önemli ama genellikle en az konuşulan boyutu, siyasi merkeziyetçiliği artırmasıdır. Çünkü yüksek vergi oranları, devletin ekonomideki payını genişletir. Devlet ne kadar büyürse, bireyin özerkliği o kadar küçülür.

Merkezileşme, karar alma süreçlerinin bireylerden kurumlara, oradan da devlete doğru kaymasıdır. Kamusal malların finansmanı gibi nötr görünen başlıklar, aslında bireyin karar alanının sistematik şekilde daraltılması anlamına gelir.


Devletin finansal kaynaklarını vergilerle büyütmesi, aynı zamanda onun “neyin önemli olduğuna” karar verme gücünü de artırır. Oysa ekonomik büyüme, tam aksine, çoklu değer sistemleri, deneysel girişimler ve farklı yollarla zenginleşen bir yapıdır. Merkezi bilgiyle yönetilen bir ekonomi, tek tip değer üretir. Bu da büyümenin değil, baskının habercisidir.


Yüksek vergiler çoğunlukla “kamusal mallar” üzerinden savunulur. Milli savunma, sağlık, altyapı, eğitim gibi alanlar örnek gösterilir. Ne var ki bu malların üretiminin merkezî olması gerektiği fikri, bireyin tercihlerinin kamusal bir akıl adına iptal edilmesi anlamına gelir.

Bu argümanda sorgulanmayan şey şudur: Kamusal malların gerçekten ihtiyaç olduğu yerde, bireyler zaten gönüllü biçimde işbirliği yapabilir. Bugün sivil toplum, yerel girişimler, platform ekonomileri ve kolektif finansman modelleri, bu hizmetlerin pek çok alanda gönüllü olarak üretilebileceğini göstermektedir.


Devlet bu alanlara vergilendirme yoluyla müdahil olduğunda, bireyin özgürce dayanışma kurma hakkını da elinden almış olur. Çünkü zorunlu ödeme ile gönüllü katkı bir arada var olamaz. İlki diğerini boğar.


Yüksek vergilendirme yalnızca ekonomik değil, psikolojik ve kültürel etkiler de üretir. Birey zamanla ürettiği değerin büyük kısmının başka yapılar tarafından tüketildiğini gördüğünde, üretim iştahı azalır. “Nasıl daha fazla yaratabilirim?” sorusunun yerini, “Nasıl daha az kaptırırım?” sorusu alır.


Bu da toplumun ahlaki zeminini kaydırır. Yaratıcı birey, yerini vergi avantajı kollayan taktikçi aktöre bırakır. Verimliliğin yerini vergi mühendisliği alır. Girişimciliğin yerini “devletle uyumlu olma becerisi” alır. Ve özgür toplum, yerini mali itaate dayalı bir düzene bırakır.


Yüksek vergilerin ekonomik büyümeyi yavaşlattığı artık bir ekonomik gerçekliktir. Ancak burada asıl vurgulanması gereken, bu durumun sistematik bir özgürlük sorunu olduğudur. Yüksek vergilerle sadece yatırım değil, bireyin hayatına yön verme iradesi kısıtlanır.


Gerçek büyüme, yukarıdan aşağıya planlanan değil; aşağıdan yukarıya filizlenen bir süreçtir. Bireyin önünü açan, onu üretmeye ve risk almaya cesaretlendiren toplumlar büyür.Devleti büyüterek toplum büyümez.Bireyi özgürleştirerek büyür.

Sonuç olarak yüksek vergilerin ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkisi yalnızca maliyet meselesi değildir. Bu, birey ile devlet arasında süregelen yetki mücadelesinin ekonomik alana yansımasıdır.


Ne kadar yüksek vergi, o kadar düşük özerklik.

Ne kadar merkezi harcama, o kadar zayıf girişim.

Çözüm, vergi oranlarını “optimum” seviyeye çekmek değil, vergilendirmenin alanını asgariye indirerek bireysel iradeyi yeniden ekonomik sürecin merkezine koymaktır.

Çünkü özgür bireyin olduğu yerde, hem büyüme vardır hem denge.

Büyümeyi yukarıdan planlamak isteyenler daima vergiye sarılır.Ama toplumlar yukarıdan büyümez. Aşağıdan genişler.

Yorumlar


bottom of page