TÜRKİYE'DE MÜLTECİ OLMAK
- Sude Nur Arslan
- 3 Şub
- 4 dakikada okunur
Mültecilik, Milletlerarası Hukuk bağlamında 1951 Cenevre Sözleşmesi ile ele alınmıştır. Bu sözleşmeye Türkiye'nin koyduğu çekincelerden ve nedenlerinden, bu çekincelerin günümüze yansımalarından, geçici koruma, ikincil koruma, mülteci ve şartlı mülteci kavramlarından kısaca bahsedeceğim.

Cenevre Sözleşmesi madde 1'e göre " Irkı, dini, bir gruba mensup olması, siyasi düşünceleri hasebiyle saldırıya uğrayan, zulümden korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve kendi ülkesinin korumasından mahsun bırakılan ya da bu zulüm korkusu nedeniyle ülkesinde dönemeyen/dönmek istemeyen kişiler" mülteci haklarından yararlanacaktır. Aynı maddede mülteci olarak kabul edilmeyen kişiler de sıralanmıştır.
Milletlerarası sözleşmelerde tarif edilen barışa karşı suç, harp suçu veya insanlığa karşı suç işleyenler,
İltica ülkesinin dışında, ilticadan evvel ağır bir genel suç işleyenler,
Birleşmiş Milletler'in amaç ve prensiplerine aykırı fiillerden suçlu olduğu kesin olanlar, bu sözleşme hükümlerinden yararlanamamaktadır.
Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi'ne 1961 yılında katılmıştır. Bununla beraber 1967 New York Protokolü'ne de 1968 yılında katılmıştır. Ancak sözleşmeye taraf olurken çekince koymuştur. Peki Türkiye'nin çekince koyma sebepleri ne olabilir?
İlk olarak muhakkak ki coğrafi konumudur. Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlamakla beraber, Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve Akdeniz Havzası'nın kesişiminde yer alır. Dolayısıyla yoğun göç hareketlerine maruz kalmaktadır. Yukarıdaki fotoğrafta son 20 yıldaki sadece düzensiz göçmen sayısının fazlalığına bakarak bunu ispatlamak oldukça kolaydır. İkinci olarak herhangi bir sınır olmaksızın tüm mültecileri kabul etmek Türkiye'yi ekonomik yönden de zorlayacaktır. Sosyal, kültürel ve ekonomik endişeler de çekince konulmasına neden olmuştur. Üçüncü olarak ise çok sayıda mültecinin demografik değişimlere yol açacağı ve beraberinde ülke içinde güvenliğin sağlanmasının zorlaşacağı endişesi, buna ilişkin siyasi ve güvenlik kaygılar, çekincenin konulma sebeplerinden bazıları olarak gösterilebilir.
Sözleşmenin 1. maddesinde " 1 Ocak 1951'den evvel cereyan eden hadiseler neticesinde ırkı, dini, tâbiyeti, muayyen bir içtimai gruba mensubiyeti ve siyasi görüşü nedeniyle zarara uğrayan..." mülteci kabul edilir şeklinde devam eden ifade " 1 Ocak 1951'den evvel Avrupa'da cereyan eden hadiseler " şeklinde anlaşılacaktır. Burada Türkiye, sözleşmeye taraf olurken coğrafi sınırlama şerhi koymuştur. Bu çekince günümüzde hâlâ devam etmektedir. Buradan çıkan sonuç şudur:
Türkiye, Avrupa ülkeleri dışından gelip Türkiye'ye sığınanları mülteci olarak kabul etmeyecektir.

2011 yılında Suriye'de başlayan iç savaş nedeniyle birçok Suriyeli Türkiye'ye gelmiştir. Suriye'den gelen bu kişilere Türkiye, açık kapı politikası uygulamıştır. Mültecilik genelde ülkesinden kaçanın en çabuk ulaşacağı sınır ülkelerde söz konusu olur. Bunun nedeni açık kapı politikasıdır. Sınırdaş olan ülke, hayatını kurtarmak için kendisine kaçan insanlara kapılarını açar. Bu insani bir vazifedir ve Türkiye, bu vazifesini yerine getirmiştir. Bu yönüyle açık kapı politikası olumludur. Fakat sığınmacıların ekonomik, sosyal sorumluluklarının da devlete yük olduğu açıktır. Dolayısıyla sürecin uzaması halinde bu politikayı uygulayan ülke de zarar görebilmektedir. Kezâ Avrupa'nın, açık kapı politikası uygulayan Türkiye'yi insanlığı için tebrik edip Batı sınırını sıkı tut diye tembihlediğini de gördük. Böylece sürecin uzamasıyla Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi sınırdaş ülkeler bir noktada oldukça zorlandılar.
Türkiye, taraf olduğu sözleşmeye göre Avrupa'dan gelen sığınmacıları mülteci olarak kabul etmektedir. Bundan dolayı Suriyeliler ilk olarak "misafir" olarak tanımlanmıştır.. Barınma, sağlık gibi ihtiyaçları ülkemiz tarafından karşılanmıştır. Ancak ilerleyen süreçte Suriyelilerin sayıları artmış ve kalış süreleri de uzamıştır. Avrupa'dan gelenleri mülteci olarak kabul eden Türkiye, bununla beraber Suriyeliler için geçici koruma sağlamıştır. Türkiye hali hazırda dünyanın en kalabalık sığınmacı nüfusuna sahip ülkelerdendir. Diğer sığınmacılar için şartlı mülteci ya da ikincil koruma gibi uluslararası koruma statüleri düzenlenmiştir. Bu statüler Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile kanuni dayanak kazanmıştır.
YUKK madde 62'e göre Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mülteci statüsü verilir. YUKK madde 63'e göre Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde; Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak, uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.
YUKK madde 91'e göre Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.
SONUÇ
Günümüzde mülteciler birçok devleti ilgilendirdiği gibi özellikle coğrafi konumundan ötürü Türkiye'yi de oldukça yakından ilgilendirmektedir. Türkiye'ye gelen mülteci ve sığınmacıların nüfusundaki artış açıktır. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi'ni ve 1967 New York Protokolü'nü imzalamıştır. Anayasa madde 90/4'e göre usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Türkiye, sözleşmedeki coğrafi kısıtlama nedeniyle 1994 tarihli İltica ve Sığınma Yönetmeliği ile 2006 tarihli İçişleri Bakanlığı Genelgesi'nde mülteci ve sığınmacı kavramlarını tanımlamıştır. Yönetmeliğe göre Avrupa'dan gelmeyen ama 1951 Cenevre Sözleşmesi'nde bahsedilen mültecilik kriterlerine uyan kişiler ülkeye, sığınmacı olarak kabul edilecektir. 6458 sayılı YUKK madde 61-62-63 ve 91. maddelerinde mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma ve geçici koruma statüleri tanımlanmıştır. Sonuç olarak Türkiye, ülkeye sığınan/ göç eden herkesi mülteci olarak görmemektedir. Çok yoğun göç almasından dolayı göç politikalarını bilimsel, ekonomik, siyasal verilere dayandırmak zorundadır. Bu yoğun göçün yönetilebilmesi için ülkeye sığınan herkesi mülteci kabul etmemek mantıklı olsa da şu an mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma, geçici koruma statülerinin öngörülen problemlere engel olamadığı da açıktır. Velhasılıkelam, mevcut statülerin yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Malcolm N. SHAW: İnternational Law
Danıştay Dergisi Yıl: 2020 Sayı: 152 Cengiz AYDEMİR: Mültecilik, Coğrafi Kısıtlama ve Geçici Koruma Bağlamında Ulusal ve Uluslararası Mevzuatın Etkileşimi
Doç. Dr. Salimya GANIYEVA: Türk ve Rusya Federasyonu Hukukunda Mülteci ve Sığınmacı Kavramları
Prof. Dr. Sibel SAFİ: Mülteci Hukuku sf. 353-390
Comentarios