top of page

''SUÇA DOĞMAK YA DA SUÇLU OLMAK'' İŞTE BÜTÜN MESELE BU

Toplumdaki düzen ve istikrarın devamı için gerekli hukuki değerleri korumayı amaçlayan kanunlara aykırı hareket etmek suç unsurunu oluşturur. Suç işleyen insan suçlu olarak tanımlanmakla beraber pozitif hukukta işlediği fiile karşın öngörülen yaptırımlara maruz kalır.

Suç iradi fiillerle işlenebileceğinden suçluluk durumu temel düzeyde tercih meselesidir. Tercihlerimizin doğumunda etken durumları inceleyen bilim adamları birbirinden farklı yaklaşımlar benimseyerek çeşitli sonuçlara ulaşmışlardır.


Kriminoloji bilimi

Kriminoloji etimolojik olarak Latince ‘crimen’/suçlama ve yunanca ‘logia’/bilim kavramının birleşmesiyle oluşur. Türkçe’ye geçişinde suç bilimi olarak kullanılsa da geniş anlamda ceza hukukunu da kapsamaktadır. İlk kez Raffaele Garofalo’nun ‘Criminologia’  kitabıyla akademik kaynaklarda kendine yer bulan bu bilim dalı diğer alanlara nazaran daha yeni bir bilimdir. Suçların doğduğu ortamı ve doğum sebeplerini irdeleyerek suç oranını azaltmayı amaçlar. Kanunla korunacak hukuki değerin aksini oluşturan tipikliği belirlemekte aktif rol oynamaktadır.

   

Suçu belirlemekte farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemleri sistematize edebilmek için dönem ve konulara göre sınıflandırmalar yapılmaktadır. Bu sınıflar aşağıdaki gibidir.

1-     Klasik dönem kriminolojisi/klasik teori

2-     Pozitivist teoriler

3-     Biyolojik teoriler

4-     Modern biyolojik teoriler

5-     Psikolojik teoriler

6-     Sosyolojik teoriler

7-     Rutin aktiviteler teorisi


Bugünkü yazımızda günümüze kıyasla oldukça ilginç yöntemler izleyen pozitivist teorinin kurucularından Caesar Lombrosso’ya yakından bakacağız.

 

LOMBROSSO

Lombrosso; kriminolojinin babası olarak bilinmesinin yanı sıra İtalyan pozitivist kriminoloji okulunun kurucusu olarak da kabul edilmektedir. Askeri hekim olarak görev yapan Lombrosso bir süre sonra askeriyede suçlu bulunup cezalandırılan kişilerin dış görünüşlerini incelemeye başlar. Daha sonra bu araştırmalarını sivil suçlularla devam ettirir. Böylelikle belli özelliklerden oluşan bir skala oluşturur. Hayatının ileri dönemlerinde adli tıp alanında uzmanlaşıp üniversitelerde eğitim veren Lombrosso kendi adıyla da anılan ‘doğuştan suçlu teorisi’ni ortaya atmıştır.


Doğuştan Suçlu Teorisi

Lombrosso bu teorinin ana fikri olarak suç işleyen insanların fiziki özelliklerinde benzerlikler olduğunu,  bu benzerlikleri sınıflandırarak insanlar hakkında öngörülerde bulunulabileceğini savunmuştur. Tezini savunurken evrimden oldukça etkilenen Lombrosso çalışmalarını sosyal darwinizm merkezli devam ettirmiştir. Diğer pozitivistler gibi deterministik bir yaklaşım benimsemiştir. Dış görünüşler hakkında yaptığı cetvellere atavistik form adını vermiştir. Bu görüş erken dönem biyolojik pozitivist görüşler bakımından oldukça kabul görmüştür. Tüm bunlarla beraber Lombrosso suçluları 3 genel kategoriye ayırır.


1-     Doğuştan suçlu

2-     Akıl hastası suçlu

3-     Rastgele suçlu(ilerleyen zamanlarda bir diğer pozitivist bilim adamı Ferri; Lombrosso’nun bu sınıflandırmasına ihtiras suçlusu ve suçlu alışkanlık olarak iki sınıf daha eklemiştir)


Doğuştan suçlu kavramı daha önce de belirttiğimiz üzere doğumdan itibaren suça yatkınlık gösteren insanlardır. Lombrosso’ya göre bu sınıflar arasında en riskli sınıf yine doğuştan suçlulardır. Doğuştan suçlular hakkında yapılan araştırmalara bakıldığında belli fiziksel özelliklerinin benzerlik gösterdiği fark edilmiştir. Örneğin suçlu insanların kafatası yapısı birbirine benzerken aynı zamanda diğer insanlardan farklılık göstermektedir. Bu benzerlik sadece kafatasıyla kalmamaktadır. Aynı zamanda araştırmalara göre suçlu insanların el ve ayak parmakları diğer insanlara göre daha ayrık ve daha şekillidir. Kemerli ve büyük burun, çıkık elmacık kemikleri, orantısız kafa şekli ve vücudun diğer bölgelerindeki anomaliler de bu teoriyi desteklemektedir. Ceasera lombrosso sadece askerleri inceleyerek bu olguları ortaya atmamıştır. Bilim adamı Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde bulunan cezaevlerinde tutuklu 20 bini aşkın suçluyu mercek altına almıştır.


Doğuştan suçlu- evrim ilişkisi

Lombrosso’nun evrimden ve sosyal darwinizmden faydalandığından bahsetmiştik. Bunu açmamız gerekirse; doğuştan suçlu teorisine göre suça yatkınlık kalıtımsaldır. Bu yatkınlık atalardan miras kalmakta ve dış görünüşte açığa çıkmaktadır. Diğer bir ifadeyle suçlu insanlar evrimlerini tamamlamamışlardır. Bu sebeple iradi bakımdan diğer insanlardan daha zayıf olurlar. Evrim döngüsünde yarışın gerisinde kalan bu insanları diğerlerinden ayırmanın en kolay yolu dış görünüşleridir. Atavistik anormallik olarak da adlandırılan bu durumda suçlular evrimini tamamlayamamaları sebebiyle ilkel insanın fiziksel özelliklerine, dürtülerine ve zihinsel kapasitelerine sahiptir. Doğumlarından itibaren kendileriyle beraber olan bu problemler onları suça daha yatkın hale getirmektedir. Tarihin ilerleyen safhalarında William Sheldon isimli bir bilim adamı vücut tiplerini ektomorfik, endomorfik ve mezomorfik olmak üzere üç sınıfa ayırmış ve bu sınıfların işlemeye yatkın olduğu suç tiplerini belirlemiştir. Lombrosso’ya dönecek olduğumuzda kendisi deneylerinde idama giden insanların yüz modellerini sık sık kullanmıştır. Kullandığı materyaller arasında üzerine en çok araştırma yaptığı kısım şüphesiz kafatasları olmuştur. Bu örnekleri öncelikle evinde barındırsa da daha sonra kendi adını verdiği bir müze açmıştır. 1892 yılında açılan bu müze 1914 yılında kapansa da 2010’da tekrar ziyaretçilerle buluşmuştur. Müzenin ev sahipliği yaptığı en nadide parçası Lombrosso’nun başıdır. Kulağa çok absürt gelse de Lombrosso ölümünden önce kafatasının koruyucu bir haznede sergileneceği konusunda müze yönetimiyle anlaşmıştır.

 

Teorinin değerlendirmesi

 Doğuştan suçlu teorisi birçok kez farklı hipotezlerle çürütülmüştür. Aslında çürütülmüş demek durumu tam anlamıyla ifade etmekte yetersiz kalmaktadır. Nitekim Lombrosso’nun deney ve gözlemlerinde bulduğu olgular doğrudur. Ancak atavistik formun bir insanı tek başına yargılama yahut yaftalamaya yetmeyeceği de bariz ortadadır. Daha sonraki dönemlerde Goring ve Hooton adlı iki bilim adamı ayrı ayrı yaptıkları çalışmalarda aynı durumlarla karşılaşsalar da olayları yorumlarken farklı görüşlere ulaşmışlardır. Goring ingiltere, Hooton ise Amerika'da çalışmalar yapmıştır. Bu ikilinin birbirinden bağımsız yaptığı deneylerde incelenen insan sayısı on binleri bulmuştur. Bu deneylerden aldıkları sonuçlara bakacak olursak; Goring’e göre Lombrosso suçluları fiziksel olarak sınıflandırmamalıdır. Bu suçlular fiziksel benzerliklerden ziyade zeka seviyesi bakımından incelenmelidir. Araştırmalarında suçluların normal insanlara nazaran daha düşük zeka seviyesine sahip olduğunu göstermektedir. Hooton’un ulaştığı sonuçlar bakımından Lombrosso’ya çoğu noktada katıldığı görülmektedir. Suçlular ve suçlu olmayanlar arsında fiziksel farklılıklar olduğunu tasdikleyen Hooton’a göre suçlu insanlar biyolojik olarak normal insanlardan daha alt seviyededir. Bu biyolojik seviye farkı alt tabakanın suça meyletmesini beraberinde getirmektedir.


Her ne kadar deneylerden bahsetsek de 20. Yüzyılın başında yapılan bu deneyler çoğu ölçüt bakımından günümüz deneylerini yakalayamamıştır. Böylelikle pozitivist bilim adamlarının görüşleri ampirik gerçeklikten yoksun olarak görülebilir. Örneğin bu dönemde yargısal bakımdan sınıf eşitliği sağlanmakta yaşanılan zorluk sebebiyle çoğu üst tabaka insan hüküm giymemiştir. Bunun doğrudan sonucu olarak tutukluların nüfusu alt sınıflarda yoğunluk göstermektedir. Dolayısıyla yapılan deneylerde incelenen gruplarda sınıfsal bakımdan eşitlik sağlanamamıştır. Bununla beraber çoğu deneyde kontrol grubu ön plana alınmadığından deney grubuna nazaran sayıları ve temsil kabiliyetleri gerekli yeterlilik düzeyine sahip olamamıştır.


20.yüzyılın devamında gelişen modern biyolojik dönem pozitivist yaklaşımında erken döneme nazaran daha stabil ve doğruluk düzeyi yüksek, ampirik standartları sağlayan deneyler yapılmasıyla çalışmalar daha sağlıklı ilerleyebilmiştir. Erken dönem yaklaşımları genel olarak noksan kabul edilse de tamamen reddedilmemiş, önermeler çeşitlendirilerek doğruya ulaşılmaya çalışılmıştır. Nitekim bunun sonucunda hiçbir ampirik geçerliliğe sahip olmayan erken dönem teorileri yerini zayıf da olsa geçerliliğe sahip modern biyososyal teorilere bırakmıştır. Günümüze yaklaştıkça pozitivist düşünce yerini Neo-klasik görüşe bırakmış ve kriminoloji bilimi İtalya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kaymaya başlamıştır. Belki sonraki yazılarımızda günümüz suç ve ceza sistemini kriminoloji bilimi bakımından ele alarak ceza hukuku bakımından ufkumuzu açmaya devam ederiz. Şimdilik yazımı burada noktalıyor hepinize mutlu günler diliyorum.

bottom of page