top of page

STORY ATTIM, O HALDE DİRENDİM

Bugün Türkiye’de 1 Mayıs yürüyüşleri yine sahneleniyor. Taksim mi Kadıköy mü tartışması üzerinden bir mücadele havası yaratılıyor. Oysa gerçek ortada: Sokakları dolduranların çoğu artık gerçek anlamda işçi sınıfı değil. Plaza çalışanları, freelance beyaz yakalılar, kahve zinciri aboneleri, hikâyesini story'lerle anlatan orta sınıf gençlik...

ree

Üretimle bağı kopmuş, hayatını tüketim üstüne kurmuş, tek derdi sisteme “daha iyi entegre olmak” olan bir yeni nesil. Üzerlerinde devrimci sloganlar yazılı tişörtlerle dolaşan bu gençler, sabah 1 Mayıs yürüyüşüne katılıyor, akşamına Starbucks'ta soğuk kahvesini içerken telefondan kripto borsasını takip ediyor. Bu onların sınıfsal trajedisidir: Kapitalizmi retorik olarak lanetleyip, fiilen her gün yeniden üretmek.


Gerçek işçi sınıfı ise bu karnavaldan çok uzakta. Esenyurt’un dar sokaklarında sabahın köründe yola çıkan kurye çocuklar, Sultangazi’de fason atölyelerde asgari ücretin de altında çalışan tekstil işçileri, Ümraniye’de üç kuruş ek gelir için geceleri kuryelik yapan güvenlik görevlileri... Onlar 1 Mayıs’ı sadece haberlerde görüyor. Onlar için 1 Mayıs, tatil değil; çalışacakları bir gün daha. Ne sendikalar onları temsil ediyor ne CHP'nin orta sınıf entelijansiyası onların varlığını gerçekten hissediyor. Çünkü işçi sınıfı onlar için romantik bir anıdan ibaret: Gösteri günlerinde anımsanan, diğer günlerde unutulan bir folklor.


Türkiye gerçekliği ile bu sahte isyanın gerçekliği arasındaki uçurum gün geçtikçe derinleşiyor. Ülkede enflasyon resmi rakamların iki katı, kira fiyatları İstanbul’da ortalama bir memur maaşını aşıyor, gençler diplomayla işsiz, aileler temel gıda maddelerini taksitle almaya başlamış. Bir yanda, lüks semtlerde organik pazarlar, tasarım kahveciler, bohem etkinlikler; diğer yanda , simit bölüşen çocuklar, sabit gelirle artan hayat pahalılığı arasında ezilen emekçiler. Üstüne bir de en ufak hak arama girişiminde karşılarına sığınmacı ordusuyla daha da baskılanmış bir emek piyasası çıkıyor. Türkiye’nin büyük çoğunluğu artık iki-üç işi birden yapmadan ayakta kalamıyor, ama bu manzara Kadıköy’de “özgürlük yürüyüşü” yapan kitle için sadece bir haber başlığı.


Ve sistem bu durumu ustalıkla kullanıyor. İsyanı vitrine koyuyor, boşaltıyor, sterilize ediyor. 1 Mayıs günü Taksim’e gitmek için bir araya gelen kalabalıklar, ertesi gün fatura ödeyip AVM’de kahve içerken birer sistem tüketicisine dönüşüyor. Gerçek değişim arayışı yok; sadece düzenin içinde daha yüksek bir konfor arayışı var. Çünkü yeni nesil isyan bir kimlik performansıdır: Ne üretim ilişkilerini hedef alır, ne mülkiyet düzenine dokunur. Sadece ruhsal bir rahatlama sağlar.Çünkü yeni nesil devrimcilik, kendi mutsuzluğunu instagramda devrimle kamufle etme sanatıdır.


Bugün gerçek 1 Mayıs, Cihangir sokaklarında değil; Bağcılar'ın apartman altı atölyelerinde yaşanıyor. Ve maalesef oraya kimse yürümüyor. Çünkü orada Wi-Fi çekmiyor, selfieçıkmıyor, dünya markası kahveciler yok. Orada sadece yorgun bedenler, sessiz yoksulluk ve gerçek açlık var.


Sınıf bilinci, kendini bir protesto pozunda göstermek değildir. Gerçek sınıf bilinci, hayatı çalınanlarla birlikte yeni bir hayatı kurmaya cesaret etmektir. Ve o cesaretin ne story'si vardır, ne de algoritması.

1 Mayıs artık bir dekor. Taksim bir ikon. Kadıköy bir trend.Ama hayat, sessizliğini koruyor. Ve gerçek 1 Mayıs, slogan atanlarda değil; suskun kalanların çaresiz bakışlarında gizli.

 

Yorumlar


bottom of page