IRK ÖZGÜRLÜĞÜNE DARBE: THE HELP FİLMİNE SOSYOLOJİK AÇIDAN BAKIŞ
- Deniz Selin Güler
- 10 Ara 2023
- 5 dakikada okunur
Filmin sosyolojik açıdan anlamlandırılması için filmin özetine bakıldığında film, ırk ayrımın yasalaştırıldığı ve siyahilerin aleyhine katı kuralların olduğu 1960’lı yılların Amerika’sında, Güney eyaletinde yer alan Mississippi’nin Jackson kasabasında geçmektedir.

“Farklılıklarımız bizi birleştirir, eşitlik ise gücümüzü artırır.” – John F. Kennedy
Filmin sosyolojik açıdan anlamlandırılması için filmin özetine bakıldığında film, ırk ayrımın yasalaştırıldığı ve siyahilerin aleyhine katı kuralların olduğu 1960’lı yılların Amerika’sında, Güney eyaletinde yer alan Mississippi’nin Jackson kasabasında geçmektedir. Filmin temelinde siyah ve beyaz ırkın çatışması yer alır. 20’li yaşlarda, genç, güzel, eğitimli ve beyaz bir hümanist olan Skeeter üniversite eğitimini tamamlayıp kasabasına döner. Skeeter kasabanın yerel gazetesinde işe başlar ve olaylar Skeeter’ın çevresinde gelişir. Irksal eşitsizliğe karşı olan Skeeter, üst sınıf beyazların evinde çalışan siyahi yardımcıların maruz kaldığı ırkçılığı konu edinen bir kitap yazmak ister. Bunun için siyahi yardımcılar olan Aibileen Clark ve Minny Jackson ile gizlice ropörtajlar yapmaya başlar. Irkçılığa baş göstermek isteyen birçok siyahi yardımcı Skeeter’a kitabı yazması için destek olur. Kitap kasabada büyük ilgi ile karşılanır. Irksal eşitsizliğe karşı devrim niteliğinde olan bu kitap, ırkçılığın artmasına ket vurmak amacı ile bir ışık tutacaktır.
Bu bağlamda filmi sosyolojik açıdan ele alacak olursak, filmin bir dönem filmi olduğunu ele alarak sinemasal zamana baktığımızda, filmin 1960’lı yıllarda, Amerika’nın Güney Eyaletinde yer alan Mississippi’nin Jackson kasabasında geçtiğini görürüz. Mekanı ve sinemasal zamanı ele alacak olursak, o dönemde Amerika’nın Güney Eyaletlerinde Jim Crow yasalarının hakimiyet kazandığını ve siyahilere karşı büyük oranda psikolojik ve fiziksel ırkçılığın var olduğunu söylemek mümkündür. Jim Craw yasalarının hakim olduğu dönemde siyahilerin kullandığı tuvaletler, yaşadığı mahalleler, hastahaneler, toplu taşıma araçları, devlet dairesine giriş yerleri gibi birçok alan ayrıştırılmış, siyahilerin özgürlükleri ellerinden alınmıştır ve üst sınıf beyazların evlerinde siyahi yardımcılar bulunmaktadır. Bunun yanı sıra siyahi yardımcılar evin diğer işlerini de yürütmekte olup, düşük yevmiyelere çalıştırılmaktadırlar. Buna rağmen insanlık dışı ötekileştirilmeye maruz kalırlar. Irkçılığın yanı sıra Jackson kasabasında ataerkilliğinde var olduğunu söylemek mümkündür. 20’li yaşlarda, kasabadaki diğer kadınlardan farklı olarak önceliği yazar olmak olan Skeeter, üniversite eğitimini tamamlamış, soylu bir beyazdır. Skeeter ilk randevusunda Stuart’a üniversite okuduğunu söylemesi üzerinde Stuart alaycı bir şekilde, ‘Mississippi üniversitesindeki kızlar koca bulmakta uzmanlaşmıyor mu?’ diye karşılık verir. Bu durum bahsi geçen dönemdeki toplumun kolonyal bir sisteme tabi olduğunun göstergesidir. Toplum sadece ırkçı bir ideolojiye sahip olmakla yetinmeyip, kadınlar da eril bir sistemin içinde pasifleştirilmektedir.
Filmde siyahi olan Aibileen karakterinin Skeeter hariç çocukları olan ama onlara bakamayan kadınlara ‘bebek’ şeklinde bir atıfta bulunması, kasabadaki kadınların, kadınlık normları doğrultusunda tek idealinin evlenip, çocuk yapmak olduğunu fakat çocuklarına bile bakamadıklarını kanıtlar niteliktedir. Öyle ki Aibileen, bakıcılığını yaptığı çocuk Mae Mobley’in bezini sadece kendisinin değiştirdiğini, Mobley’nin annesi Elizabeth Leefolt’un çocukları ile ilgilenmediğini söylemektedir. Siyahi kadınlara baktığımızda ise, çocukları için ne kadar mücadele ettiğini, onlar daha iyi bir hayat yaşasın diye ırkçılığa maruz kaldıkları evlerde ‘yardımcı’ olarak çalışmak zorunda kaldıklarını görürüz. Mae Mobley’in, Aibileen’e ‘Sen benim gerçek annemsin’ demesi bunun en temel örneklerinden birisidir.
Tüm bu bağlamlardan yola çıkarak sosyolojik açıdan annelik kavramının idealinin zengin, soylu, üst sınıf olmakla ilgisi olmadığını, alt sınıfın tüm imkansızlıklara rağmen ideal anne kavramına daha yakın olabileceğini de görmek mümkündür. Filmdeki karakterlerden biri olan Hilly Holbrook kibirli, katı bir ırkçıdır. Aibileen, Hilly hakkında ‘Bebek sahibi olan ilk bebekti’ cümlesini kullanmaktadır bu bağlamda Hilly, her ne kadar sürüyü yöneten kişi imajını çizse de izleyici Hilly’nin, aslında insani duygular ve haklar hakkında bilgi sahibi olmadığını görmektedir. Hilly, kasabadaki kadınları kontrol eden bir mekanizma haline gelmiş ve diğer beyaz kadın karakterlerin evleri hakkında alınan kararlarda bile kendinde söz söyleme hakkını bulmuştur.
Filmin sonunda Elizabeth, Aibileen’i kovamazken Hilly’nin devreye girip Aibileen’i Elizabeth’in evinden kovması ve onu tehdit etmesi bunun en büyük örneklerinden biridir.
Elizabeth’in evinde verdiği bir davette siyahi yardımcısı Aibileen’in konuk tuvaletini kullandığını öğrenen Hilly ‘evin değerinin düşeceğini’ çünkü siyahilerin hastalık barındırdığını, onların tuvaletlerinin ayrı olması gerektiğini söylemesi ve bunun üzerine Beyaz Vatandaşlar Konseyine ‘Ev Sağlığı İşleri Girişimi’ adında bir proje sunması Hilly’nin kontrol mekanizması olması hakkındaki diğer bir örnektir. Bu projeye göre, siyahi yardımcıların tuvaletleri ayrı olmalıdır çünkü onların mikrop bulaştırdığı iddia edilmektedir.
Filmde beyaz vatandaşlara özgü bir konsey bulunması bile ırkçılığın ne denli güçlü olduğuna dair kanıt niteliği taşımaktadır. Filmde ırkçılığın doğurduğu kötülüğü temsil eden en önemli simgelerden birisi ‘dışkılamaktır.’ Öyle ki siyahi bir yardımcı olan Minny, patronu olan Hilly’nin ırkçılığına tahammül edemez sindiremediği kötülüğü günden güne yavaşça içinde biriktirir ve neticesinde kendinden bir parça olan, içinde dışkısının bulunduğu keki Hilly’e yedirir. Psikolojik açıdan maruz kalınan bu zorbalığın ötesinde siyahi yardımcıların köleleştirildiğini de söylemek mümkündür. Bunun en büyük örneklerinden birisi Hilly’nin, Minny’i kovduktan sonra Minny’nin Celio’nun yanında çalışması ile başlar. Celio hümanist beyaz bir insandır. Minny mutfakta yemek yerken Celio’nunda yanında yemek yemek istemesi üzerine Minny’nin Celio’ya kurallara uymadığını ve beraber yemek yiyemeyeceklerini söylemesi, köleleştirilmenin Minny’nin psikolojisine entegre etmesi bakımından önemlidir.
Miranda Fricker’ın 2007’de yayımlandığı ‘Epistemik Adaletsizlik’ adlı kitabı ile öne sürülen Epistemik adaletsizlik kavramına baktığımızda dinleyicinin, bir kişinin mevcut kimliğine dair önyargıları (örneğin homofobi, yabancı düşmanlığı, kadın düşmanlığı, ableizm…) o kişinin söylediklerine normalde davranacağından daha şüpheci yaklaşmasına neden olduğunda kendini gösterir. Örneğin, ırkçı bir kişi siyahi bir kişiyi gördüğünde fiziksel ve psikolojik olarak rahatsız olur onu aşağılar veya jest ve mimikleri ile alaycı bir tavır sergiler. Bu bağlamda filmi ele aldığımızda soylu, beyaz kadınların da siyahi yardımcılara epistemik adaletsizlik kavramını işlediğini söylemek mümkündür. Beyaz insanların alt tabakada olması söz konusu değildir, buna paralel olarak siyah insanların da alt tabakadan çıkabilmesinin imkansızlığı film boyunca ele alınmaktadır. Buna rağmen beyaz insanları da siyah insanlar büyütmektedir ve sonucunda elde ettikleri tek şey döngüsel bir epistemik adaletsizliktir. Aibileen karakterinin pasif cesareti filmdeki en büyük direniş göstergelerinden birisidir çünkü epistemik adaletsizliğe karşı gelen Skeeter’ın, siyahi yardımcıların uğradığı adaletsizliği konu edinen bir kitap yazması üzerine Aibileen, Skeeter’a yardım eder ve başından geçen olayları Skeeter’a anlatır. Fakat bahsedilen dönemde ırkçılık o kadar güçlü bir pozisyondadır ki siyah insanların can güvenliği yoktur bu yüzden bu görüşmeler gizli gizli yapılır, kitap yazarı bile anonimdir. Aibileen’in cesaretinden güç bulan diğer siyah insanlar da Skeeter’a yardım eder ve neticesinde Skeeter’ın yazdığı kitap kasabada büyük ses getirir. Kitap yok satar, bu bağlamda aslında toplumun dönüşüme açık olduğunu da söylemek mümkündür. Skeeter her ne kadar şahit olduğu ırkçılıklara tahammül edemese de açık bir şekilde tepkisini ortaya koymaz bu durumu Elisabeth Noelle-Neumann’ın ‘Suskunluk Sarmalı’ adlı ideolojisi ile de ilişkili olduğu söylenilebilir. Suskunluk Sarmalı ideolojisinde toplumdaki çoğunluk görüşten dışlanmamak için, birey fikirlerini açıkça ifade edemez. Psikolojik olarak dışlanmaktan korkar. Filmde aslında Skeeter her ne kadar kanun yaptırımdan da korksa da psikolojik olarak da korktuğunu söylemek mümkündür. Öyle ki kitabın yayımlanabilmesi için kendisini ve siyahi yardımcıları garantiye almak ister, bunun için de Minne’nin Hilly’e yedirdiği kek hikayesini kullanır böylece Hilly’de itibarının sarsılacağını düşündüğü için açık bir şekilde tepkisini ortaya koyup, Skeeter ve siyahi yardımcılara karşı kanun yaptırımı uygulatamaz, onları şikayet edemez. Tüm bu bağlamlar ele alınacak olduğunda ırkçılığın, bireyin en temel hakkı olan yaşama hakkını bile elinden almasının toplumun değişim ve dönüşümüne ket vurduğunu gösterir.
Tüm bunların sonucunda, epistemik adaletsizlik, ırkçılığın yasalaştırılması ve ataerkillik bağlamında beyaz insanlardan oluşan kitle, siyahi insanlara ağır yaptırımlar uygulamıştır. Eşitsizliğe karşı gelen beyaz bir insan, siyahi insanlara uygulanan ırkçılığa karşı bir ışık tutmuş ve kahraman niteliği taşımıştır. Bu bağlamda Amerika’nın tarihinde uygulanan bu ırkçılığa karşı, yine Amerikan yapımı bir film olan The Help filmi kendi içinde çelişkiye yol açmıştır. Filmin sonunda siyah insanların kurtarıcısının beyaz ırktan bir insan olması Amerikan kapitalist sisteminde, sadece beyaz ırktan olması gerektiğini açık bir şekilde ifade etmesi, ırkçılığın durağan bir kavram değil, kinetik, değişebilen ve dönüşebilen bir kavram olduğunu tekrardan gözler önüne sermektedir.
Her ne kadar gerçek ve film arasında bir çelişki söz konusu olsa da, ırkçılığın hedef topluma verdiği büyük zararlar çarpıcı bir şekilde filmde aktarılmaktadır. Bu sebeple filmi izlemeniz insan hakları, adaletsizlik, Amerika tarihi gibi çeşitli kavramları anlamlandırabilmek açısından farklı bir bakış açısı kazandıracaktır.








Yorumlar