DOĞRU ZAMANDA YAŞAMAK
- Recep Sefer Köksal
- 25 Eki 2023
- 3 dakikada okunur
Varoluşumuzla işlemeye başlayan sayacın içinde debelenip duran insanoğlu üzerine düşüncelerimle karalayacağım beyaz sayfayı bu yazıda.

Bahsettiğim bu sayaç zaman kavramının ta kendisi. Her ne kadar başlangıç noktasını veya nasıl oluştuğunu tam olarak bilmemekle beraber fiziksel tanımı itibariyle evrenin başlangıcı ile ortaya çıktığını kabul ediyoruz zaman kavramının. Lakin ben bu yazıda evrensel zamandan veya zamanın ne olduğundan bahsetmeyeceğim -ki bu konuda bir şeyler yazmak istiyorum ama bunun için biraz daha okuma yapmalıyım-. Bugün bir insan ömrü uzunluğunda olan kişisel zamandan bahsedeceğim. Çünkü benim için zaman doğum ile başlayan, yaşam ile süre gelen ve ölüm ile noktalanan bir süreçten ibaret. Doğumdan öncesinin ve ölümden sonrasının anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Elbet benden önce de zaman vardı ve akıyordu; şüphesiz ki benden sonra da bu ritmini devam ettirecek, kimlerin gelip geçtiğini umursamadan kendi kozmik görevini yerine getirecek.
Dünyaya gözümüzü açtığımız an ile birlikte sayaç işlemeye başladı. Doğduğumuz gün her yıl kutlanmak üzere not edildi, her geçen yıl pasta üzerinde yakılacak mum sayısı giderek artacak ta ki bize ayrılan sürenin sonunda yakılacak ağıta kadar. Hayatta yaşadığımız tüm tecrübelerimiz, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz, başarı ve başarısızlıklarımız, heyecanlarımız, hayal kırıklıklarımız hepsi bu zaman aralığında vuku bulacak. Bazı anlar hiç bitmesin isteyeceğiz; bazılarını da hiç yaşamamış olmayı dileyeceğiz.
Zamanı çizelgesini üç parça olarak ele alacağım. Geçmiş, şu an ve gelecek... Hepimiz bu satırları okuduğumuz andayız. Bu üç kavram arasında içinde canlılığı barındıran tek zaman dilimi “şu an”. Bu ana bizleri getiren geçmişimiz ile yola devam edip geleceğe doğru yürüyoruz. Geçmiş; noktalanan, geride kalan, değişmesi mümkün olmayan olayları barındırıyor içinde. Gelecek ise ihtimalleri, umutları, beklentileri ve hayalleri. Şu an ise dinamik şekilde ilerleyerek geçmiş ve gelecek arasındaki köprü görevini üstleniyor. Hayat dediğimiz olgu da bu kavramlar arasında süregelen bir yolculuk. Bu yolculukta, bazen aklımız geçmişte takılı kalıyor, bazen gelecek hayalleri ile kopuyoruz andan, bazen de içinde olduğumuz zamanın büyüsünde kayboluyoruz geçmiş ve geleceği umursamadan. Peki hayat yolculuğunda zamanı nasıl değerlendirmeliyiz? Geçmişe ait yaşanmışlıklar ile geleceğe dair beklentiler arasında nasıl bir denge kurmalıyız? Öncelikle belirtmeliyim ki bu soruya net bir cevap arıyorsanız, yanlış yerdesiniz.
Bu satırlarda sadece sesli düşüncelerimi paylaşacağım. Böyle bir sorunun tek bir doğru cevabı olduğunu da düşünmüyorum. “Geçmişten ders alıp geleceği inşa etmeliyiz” gibi klasik bir cümlelere de sığınmayacağım tabi ki.
İlk olarak geçmişe odaklanalım ve düşünelim hangi duygular bizimle kalıcı olarak yol yürümeye devam ediyor diye soralım kendimize. Mutluluk mu? Pek sanmıyorum bana kısa ömürlü bir his gibi geliyor, peki ya üzüntü? İz bıraksa da yine kısa ömürlü bir duygu bence. Biraz daha düşünüp geçmişe baktığımda pek çok keşke buluyorum, keşkelerin barındırdığı pişmanlık hissi şimdiki zamana taşınan en güçlü duygu olarak karşıma çıkıyor. Kaldı ki tatmin edici çözümler, cevaplar bulunamadığı sürece pişmanlık hissinin geleceğe de sirayet edeceğini söyleyebilirim.
İkinci durağımız şu an. Burası zaten en kısa zaman dilimi. Burada anlık sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, kahkahalarımız, gözyaşlarımız hepsi mevcut. O anki ruh halimize göre takıldığımız gerçek zaman bölgesi. Son durakta ise bizi gelecek bekliyor. Burası bence hikayenin en esrarengiz kısmı çünkü içerisinde sayısız ihtimal barındırıyor. Senaryolar sürekli bir şekilde yeniden oluşup yok oluyorlar. Umut ve kaygı karşılıyor beni bu durakta. Her ikisi de aslında benzer duygular; birisi pozitif diğeri negatif. Buradaki en güçlü duygu olarak umut etmek duygusunu ele alacağım. Duraklardaki yolculukları tamamladıktan sonra elimizde kalanlara bir göz atalım. Geçmiş zamandan kalan pişmanlık, şu an ve geleceğe dair umut. İnsanın yaşantısına yön veren denklemin buradan ortaya çıktığını düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz anda tabiri caizse beynimizde, -bazen arka planda, geceleri ise yüksek sesli- sürekli bir düello var , mavi köşede umut kırmızı köşede pişmanlık. Kırmızı köşenin çok daha baskın olmaya meyilli olduğunu düşünüyorum çünkü pişmanlık, gerçekleşmiş somut bir olay üzerinden ortaya çıkan bir duygu. İnsanın zihnine acaba öyle olmasaydı nasıl olurdu gibi reel karşılığı olmayan ama kaçınılması da kolay olmayan bir zehri empoze ediyor. Mavi köşedeki umut duygusu ise, bir beklenti üzerine kurulu, istenen, arzulanan ama gerçekleşeceğine dair kesinlik bulunmayan bir his, bir hayal. Günlük hayata devam ederken kırmızı köşe baskın geliyorsa insan bocalamaya başlıyor ve bu bocalama da gelecek üzerine olumsuz tesir etmekte. Eğer umuda odaklanıp zihnimizi pozitif tutabiliyorsak güzel yarınları inşa etme ihtimalimizin arttığını düşünüyorum lakin umut etme işinin dozunu da iyi ayarlamak lazım. Hayal kurmak pek tabi güzel bir şey fakat hayalperest olmak insanı gerçeklikten tamamen koparabilir.
Geçmişimiz bize ait, şu anı yaşıyoruz, geleceği de yaşayıp göreceğiz; bunu sağlıklı şekilde sürdürebilmek için geçmiş ile barışık olmaya çalışmak en akıllıca çözüm. Aksi takdirde dün ile bugün arasında çıkan kavga yarınları karartacaktır. Unutmamalıyız ki geçmişin hayaleti ile savaşamazsınız.
Güzel yarınlarda yeni yazılarla buluşmak dileğiyle.








Yorumlar