top of page

DEĞİŞİMİN İZİNDE: TANZİMAT REFORMLARINDAN I. MEŞRUTİYET'E GİDEN SÜREÇ

Türk Demokrasisinin temeli olan Tanzimat Fermanı merkeze alınarak, fermanın öncesi ve sonrası ele alınarak Osmanlı'da bulunan meşruiyet sorununu da göz önüne alınmıştır. Bu durum ile beraber Türkiye'de meydana gelen anayasal sürecin I. Meşrutiyet'e kadar gittiği görülecektir.

ree

Tanzimat Devri, Türk Demokrasisi açısından bir ilki oluşturan unsur olarak nitelendirilebilir. Çünkü Mustafa Reşid Paşa tarafından okunan bir ferman ile Osmanlı Devleti bir anda kendi içinde hak ve hukuk gibi kavramları ortaya atarak Avrupa devletleri gibi bir statüye kavuşma isteği içinde olduğunu göstermiştir. Bu ferman ile birlikte Osmanlılar, günümüzde çoğu insanın tabir-i caizse kullanmış olduğu “Demokratikleşme adımları” yaparak kendini o dönemin modern devletlerine göstermiş oldu. Bu adımları atmadan önce 17. ve 18.yy üzerinden bir değerlendirilme yapılırsa, imparatorluk bozulmuş olan sistemini düzeltmek için elinden gelen her yolu denemiş; ama bir türlü bu işte başarılı olamamıştı. Bozulmuş sistemin durumuna örnek vermek gerekirse; Osmanlı maliyesinin bozulması ve askerlere ulûfelerin dağıtılamaması, iklim krizi ve açlık, yeniçeriliğin ticaret ve zanaat ile uğraşması, sadrazamlığın devamlı olarak değişmesi ve bu sebepten devlet içinde bir istikrar sağlanamaması, vb. gibi durumlar ile açıklanabilir.


Tanzimat Devri'nden öncesine gitmek gerekirse çoğu tarihçi bu dönemi 18.yy ortalarına kadar götürürken, ben ise 17.yy döneminin ilk çeyreğine ve yarısına kadar (IV. Murad Dönemi) götüreceğim. IV. Murad tahta çıkana kadar Osmanlı Devleti içinde bir anarşi hâkim idi ve devlet bir kadının (Kösem Sultan) eliyle yönetilmekteydi. Bu yönetim ile birlikte devlet içindeki hiyerarşinin bozulması, siyasi entrikaların ortaya çıkması, hukukun üstünlüğünün ayaklar altına alınması, kanunculuk ve meşruiyetin hiçbir şekilde tanınmaması gibi durumlar var idi. Sultan IV. Murad tahta çıktığı zaman ise ilk 5 sene olayları gözlemleyip ona göre bir tutum aldı ve 5 senenin sonunda devlet düzenini sağlamak için Sadrazam Topal Receb Paşa’yı idam ettirip devleti Kösem Sultan’ın elinden alarak kendi meşruiyetini sağlayarak imparatorluğun bozulmuş olan düzenini tahsis etti. Böylelikle Osmanlı Devleti'nin bir kanunu olduğunu ve hiç kimsenin bu düzeni bozamayacağını göstermiş oldu. Sultan Murad’ın ölümü sonrasında devlet içinde tekrardan bir düzensizlik meydana çıktı ve “Köprülüler Devri” olarak adlandıracağımız döneme kadar çalkantılı bir süreç devam etti.


Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazam olması ile birlikte devlet tekrardan bir düzene girmiş ve hem padişah hem de sadrazam (çoğu işi sadrazam yapmakta idi) kanun yapıcılığı ile beraber meşruiyetini sağlama almıştı. Bu meşruiyeti sağlamak için ise Köprülü Mehmed Paşa güç kullanmaktan geri kalmamış ve zorbaca bir yönetim sergileyerek devletin aslında gerektiği yerde nasıl hizaya sokulması gerektiğini de göstermiş oldu. 5 senelik sadrazamlık süresince devlet düzene girmiş ve Osmanlılar tekrar Avrupa gözünde bir meşruiyet kazanarak zedelenen itibarını düzeltmiştir. Daha sonrasında ise yerine geçen oğulları Köprülü Fazıl Ahmed Paşa ile Köprülü Fazıl Mustafa Paşa (Ahmed Paşa’dan sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve akabinde görev yapan 5 sadrazamdan sonra Fazıl Mustafa Paşa göreve gelmiştir) sadrazam olarak Osmanlıların muhteşem dönemlerini yaşamalarına imkân ve olanak tanımışlardır. İki kardeş için kullanılan “Fazıl” lakabı ise kardeşlerin faziletli, adaletli ve merhametli olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu iki kardeş görev yaptıkları süre boyunca devletin meşruiyetini ve hukukun üstünlüğünü sağlamaya özen göstermiş, toplumu hiçbir şekilde ayırmadan eşit davranarak bir nevi demokratikleşme hareketinin önünü açmışlardır. Hatta Fazıl Mustafa Paşa her zaman hakka ve hukuka riayet ederek bunu hiçbir şekilde göz ardı etmemiş ve Osmanlı içindeki Gayrimüslim tebaayı da düşünerek ona göre ıslahatlar yapmıştır.


Islahat kavramı ise ilk olarak Fazıl Mustafa Paşa döneminde ortaya çıkmış ve bunu sağlayarak Hristiyan vatandaşlarını tekrar imparatorluğa kazandırmıştır. Bu konuya örnek vermek gerekirse Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazam olarak görev yaptığı 2 yıla yakın süreçte camiden çok kilise tamiratı yapmış ve bunun hukuka uygunluğunu denetleyip, hukuksuzluk meydana geldiğinde ise cezalandırmıştır. Yani işin ehlini bilen insanlar sayesinde Osmanlı Devleti tekrardan güçlü bir sistemi olduğunu vatandaşlarına göstermiş ve bozulmuş olmasına rağmen bu sistemin eksiğinin sadece düzgün, güvenilir ve hukuka özen gösteren kişilerin göreve gelerek sağlanacağını göstermiştir. Köprülüler Devri’nden sonra ise Osmanlılar tekrar bir bozulma durumu yaşamış ve akabinde Pasarofça Antlaşması ile Lale Devri’ne geçiş yaparak tekrardan bir yenilikler hareketi içine girmiştir.


ree

Lale Devri'ne ait bir resim


Sultan III. Ahmed döneminde “Lale Devri” olarak isimlendirdiğimiz bir döneme (1718-30) giriş yapılmıştır. Sultan III. Ahmed ile beraber dönemin en etkin ismi ise sadrazam olan Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'dır. Bu dönemde Osmanlılar açısından yenilikler meydana gelmiştir. Örnek vermek gerekirse; Avrupa’nın önemli şehirlerine (Londra, Paris, Viyana, vb.) geçici olarak elçiler gönderilip bu yerlerde sefaretler açılarak Avrupa devletlerini daha yakından tanıma imkânı tanınmıştır. Said Efendi ve İbrahim Müteferrika Osmanlı’ya matbaayı getirmiştir (Daha öncesinde de gelmesine rağmen hiçbir şekilde Türkçe eser basıl(a)mayıp, sadece azınlıklar kullanmıştır), ilk kez çiçek aşısı bu dönemde uygulanmıştır, günümüzde itfaiye teşkilatının ilk ataları olan Tulumbacılar Ocağı kurulmuştur, çini atölyeleri ve kâğıt fabrikaları açılmıştır, matbaa sayesinde yabancı eserler Türkçeye çevrilmiş ve bu konular üzerinde çalışacaklar için Çeviri Konseyi açılmıştır. Görüldüğü üzere 12 yıl sürecek bir zaman diliminde Osmanlı Devleti için biraz geç de kalınmış olsa yenilikler gelmiş ve bunları hayata geçirerek uygulamaya koymuşlardır. Gelişmelere ek olarak sanat ve edebiyat alanında da gelişmeler olmuş ve o dönem yapılan Osmanlı eserleri (Üsküdar Yeni Valide Camii, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, vb.) günümüze kadar ulaşmıştır. Yeni uygulamaların hayata geçirilmiş olmasına rağmen bunlara karşı çıkanlarda olmuştur ve ortaya çıkan “Patrona Halil İsyanı” (1730 İsyanı) ile birlikte Lale Devri sonra ermiştir.


Lale Devri’nin bitmesinden sonraki süreçte taht üzerinde yeni padişahlar oturmasına rağmen tam anlamıyla gelişmeler olmamış veya reformlar yapılmasına rağmen ilerleme kat edilememiştir. 18.yy sonlarına doğru ise tahta III. Selim’in tahta oturması ile beraber tekrardan yenilikler başlatılmış ve Osmanlı ordusunun modernizasyonu için uğraşlar verilmiştir. Ama o süreye kadar tam anlamıyla bir devlet otoritesi sağlanamamış ve hükümdarlar meşruiyetlerini tam anlamıyla koruyamamıştır. Sultan Selim ise bunu sağlamak amacıyla reform ve yenilikler yaparak ordunun Avrupai bir şekil almasına çalışmış ve devletini Avrupa standartlarına sokmak için adımlarını atmıştır. Buna örnek vermek gerekirse; Nizam-i Cedid ordusu kurulmuş, yeni ve modern kara ve deniz okulları açılmış, okullara Fransızca dersi koyulmuş, resmi devlet matbaasını kurmuş, Humbaracı Ocağı kurulmuş ve buna benzer daha birçok uygulama yapmıştır. Ancak, bu kadar işi yapmasına rağmen ordu içinde de yeniçerileri bir türlü zapt edemediği için tahttan indirilmiş ve yerine Sultan II. Mahmud geçmiştir.


ree

Sultan II. Mahmud


Sultan II. Mahmud’un tahta geçmesi ile beraber hem ordu hem de devlet düzeninin sağlanması için ortamın oluşması gerekti. O döneme kadar yeniçerileri bir şekilde oyalayıp kafasında planları kurguladıktan sonra 1826 senesinde yeniçerileri ortadan kaldırarak önünde hiçbir engel kalmamıştı ve artık devlet düzenini sağlamaya başlamıştı. Bu olayla birlikte II. Mahmud hem hukuk düzenini sağlamış hem de meşruiyetini tam anlamıyla oturtarak reformları başlatmıştı. Osmanlı Devleti’ni Avrupa standartlarına sokmak için ilk adımları atıp günümüz adıyla bakanlıklar olarak nitelendirebileceğimiz “Nazırlıklar” kurulmuş, devlet memurlarının giyim ve kuşamı için kılık ve kıyafet düzenlenmesi yapılmış, yeni bir ordu kurulmuş, modern okullar kurularak Avrupa standardına yetişmeye çalışılmış ve günümüzde bildiğimiz kurumların (PTT, Şehir Hatları) da kuruluşunu yapmıştır. Böylelikle devlet otoritesi tam anlamıyla sağlama alınmış ve artık Tanzimat Fermanı’na giden süreç tamamlanmıştı diyebiliriz. Sultan Mahmud’un vefat etmesi ile beraber yerine Sultan Abdülmecid tahta geçerek Tanzimat Fermanı’nı ilan etmek ona nasip olmuştu.


ree

Sultan Abdülmecid


Sultan Abdülmecid'in padişahlığının ilk yılında, Sadrazam Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda ferman okunarak Osmanlı artık yeni bir devre girdiğini resmen duyuruyordu. Tanzimat Fermanı ile birlikte hem hukuk alanında, hem eğitim-öğretim alanında, hem ordu alanında ve hem de yönetim anlayışında birtakım değişiklikler meydana geliyordu. Bütün vatandaşlar kanun önünde eşit olup hak ve özgürlüklere sahip olacaktı. Bununla beraber vergilendirme sistemi de belli bir düzene bağlanıp maliye düzene sokulmaya çalışıldı. Hukuk alanı önünde de reformlar yapılarak kimse haksız yere yargılanmayacak ve padişah hukuk kurallarını uygulamak zorunda kalacaktı. Bu durum bir nevi iyi olsa da kötü bir durumu da beraberinde getiriyordu. Çünkü daha öncesinde bir sürü ayrıcalıklara sahip olan kesim artık bu ayrıcalıklardan faydalanamayacaktı ve herkes kanun önünde eşit olduğu için hiçbir şekilde ayrımcılık da yapılamayacaktı. Buna müteakip Avrupa devletleri Gayrimüslim tebaa için Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma hakkı kazanmıştı ve bu durum Osmanlılar için hiç iyi değildi. Ayrıca askerlik durumu da vardı ve Hristiyan vatandaşların da askere alınması gerekiyordu. Ancak bu durum daha sonra yapılan bir düzenleme ile düzeltildi ve Gayrimüslim vatandaşlar askere gitmekten muaf tutuldular. Sultan Abdülmecid’den sonra ilerleyen süreçlerde ise Kırım Harbi meydana gelmiş ve Osmanlılar borç içine girmişti. Bu borçları da göz önünde tutarsak maliye bozulmuş ve Osmanlılar iflas bayrağını çekmişti. Ama hiçbir şekilde devlet ıslahatları aksatmıyor ve Avrupa’ya öğrenciler gönderilip onların iyi bir eğitim almasına olanak sağlanıyordu.


Sultan Abdülmecid'in yerine gelen Sultan Abdülaziz devrinde ise yenilik hareketleri devam etmiş olmasına rağmen padişah ataları gibi gelenekçi bir yol izlemiş ve buna uygun hareketler yapmıştır. Kendisi gelenekçi bir padişah olmasına rağmen yeniliklerden vazgeçmemiş ve Avrupa seyahatine çıkarak o bölgeleri yakından tanıma fırsatı yakalamış, ordunun modernizasyonu için uğraşmış, vatandaşlarına her türlü hak ve özgürlükleri vererek (buna Hristiyan vatandaşlarına sağlamış olduğu mezhep ve kilise özgürlüğü de dâhildir) ayrım yapmadığını ve Tanzimat hareketlerini devam ettirdiğini göstermiştir. Reform yapmaktan hiçbir şekilde geri durmamış, özellikle donanmanın gelişimi için baya bir çaba sarf etmiştir. Ancak, tahttan el çektirilmeden önce devletin içinde bulunduğu durumlardan dolayı reformları aksatmaya başlayınca daha önceki Osmanlı padişahları gibi mutlakiyetçi davranmaya başlamış idi. Bu durum ise Sultan Abdülaziz için hiç iyi olmamış ve bir darbe sonucu tahttan indirilmişti.


Burada şu hususa değinmek gerekir ki Sultan II. Mahmud ve Abdülmecid dönemleri gibi ilk başlarda meşruiyeti sağlam iken daha sonraları padişahın otoritesi sarsılmış ve yerine V. Murad geçmiştir. V. Murad'ın hastalanmasından dolayı ise 3 ay sonra tahta II. Abdülhamid geçmiştir. II. Abdülhamid ise tahta geldikten sonra I. Meşrutiyet'i (1876) ilan etmiş idi. Ancak 93 Harbi başlayınca ve kendisine artan muhalefetten dolayı anayasa kaldırıldı ve akabinde Tanzimat Devri (1839-1878) kapanmış oldu.


Görüldüğü üzere Tanzimat Devri’ne giden süreçte padişahlar gerekli düzenlemeleri yaparak hem hukuk, hem demokratikleşme hem de meşruiyet alanlarını sağlamlaştırarak aslında güçlü devlet imajından hiçbir şekilde ödün vermemeye gayret göstermişlerdir. Ancak ortaya çıkan bazı sorunlar neticesinde atılacak adımlar biraz da olsa geç kalmış ve devleti tam anlamıyla sağlam bir yapıya sokmak uzun sürmüştü. Buna rağmen bu adımı atmaktan hiçbir şekilde çekinmemişler ve Tanzimat Fermanı ile bunu göstererek kendilerinin de Avrupa devletleri gibi modern, hak ve hukuka dayalı sağlam bir teşkilatlanma yapısı olduğunu göstermiştir. Ancak, Sultan II. Abdülhamid döneminde ilan edilen I. Meşrutiyet’in 1878 senesinde askıya alınıp meclisin süresiz bir şekilde tatil edilmesiyle beraber Tanzimat Devri de kapanarak Osmanlı 30 yıl boyunca sadece bir kişinin otoritesine dayalı olarak hareket edilen ve anayasal düzenin olmadığı bir sürece girilmiştir. Bu durum ise Demokrasi Tarihimiz açısından ele alınırsa demokrasinin ve hukukun çiğnendiğini de gözler önüne sermiştir.

Yorumlar


bottom of page