top of page

CEHL, ÜNS, NAS

Varlığın varlığa hakkı olan şu fani mekandan, alemi bekaya irtihalde sorulan merhumdan agah, nasıl bilirdiniz suali tam da bu hakikatlerin ve ünsiyetlerin karinesidir. Suale cevap sahibi, fehmeden kimsenin fehmi ve kanaati fani alemde baki kalacak sâdadır. Kalan sâdanın meyli ise alemi ukba'yadır.

ree

Cehalet şu fani alemin en kavi marazasıdır. Bu maraza varlık-ı faninin bağlı olduğu tüm hukukları yıkmaya yetecek kadar çetindir. Öyle ki varlığı varlık kılan bağ, bu marazanın nüfuzu celbinde zarara ve infisâle mutlak meyillidir. Hukuku nispetinde insan varlığın küllüsüne bu naif bağlar ile üns tutmuştur. Ehli cehil ve ondan doğan her zerre bu ünsiyeti infisâle sürükler.


Akıl, varlığın bağlarının kapısıdır; fakat cehalet marazı, bu kapının ardına sinsice çöreklenir, zedeler ve onun tekrar açılmasını engeller. Cehaletin karanlık dumanı, aklın berrak nehrine zehir gibi akar; fikirlerin saf sularını bulanıklaştırır, doğruyu yanlıştan ayıran keskin çizgileri siler. Böylece zihin, hakikati idrak etmekten aciz kalır, yanılsamalar ve vehimlerle dolar da taşar.


Ne var ki bu maraz, yalnız varlığı varlık eden bağları ve aklı değil, kalbi de zapt eder; insanı hakikatten, hikmetten ve muhabbetten bihaber bırakır. Böylelikle ferdin vicdanı da tarumar olur. Cehaletin karanlık gölgesinde büyüyen nefisperestlik, nefsin kendine ibadetiyle neticelenir; kalpler kasvetle, zihinler gafletle dolup taşar. Hakkı bâtıldan, nuru zulmetten ayırt edecek edecek olan akıl, bu marazanın tasallutu altında zelil olur; nice müstahkem kimseler dahi hakikate sırt çevirir. İnsanın rabbine, dostun dosta, çocuğun ailesine olan hukuku bu vesile ile firâka vasıl olur. Böylece insan, kendi suretinde dahi kendine yabancı hâle gelir; zira cehalet, sureti surete benzetir, fakat manayı manada boğar.


Cehalet hem kendini besler hem de kendinden doğanı besler; kökü mazide, dalları ati de yeşerir. Tüm karanlığı ile sardığında etrafı ne akıl aklı bulur, ne kalp kalbi tanır; hakikate giden yollar ıssızlaşır, vicdan susar, mefkûre fukaralaşır. Kalan, yalnız suretten ibaret bir hayat; sesleri çok, manaları yok bir avaz olur. Ve nihayet, cehalet en korkunç neticesini gösterir: Varlık, kendi hakikatine karşı düşman kesilir; insan, kendine rağmen kendini , kanıta rağmen hakikati inkâr eder. İşte bu yüzden, irfanı yeniden yeşertmek, sadece bir tercih değil; varlığın kendisine sadakat borcudur. Zira maraz-ı cehlin tasallutundan azade bir kalp, hakikatin nurunu taşır; ve o nur, bütün bir zümrenin harap olmuş vicdanını dahi ihya etmeye muktedirdir.


Ferde düşen, bahse konu cehlin karşısına cedel vermektir. Asıl inzivayı cehalete, hakiki hicreti cehil ehlinden yapmaktır inkişaf-ı hikmeti cedelin. Bu cedel, yanlız zahirde bir itiraz değil; kalbin, aklın ve vicdanın müşterek bir hücumu olmalıdır. Çünkü cehalet, yalnız kelâmda değil; amelde, niyette ve hissiyatta da kök salar. Öyleyse irfan da, sadece sözle değil; hâl ile, tavır ile, nefes nefes yaşanarak gösterilmelidir. Zira insan, ne kadar malumata sahip olursa olsun; hakikate sadakat etmez, kalbini irfanla beslemezse, nihayet yine cehaletin gölgesine sığınır.

Hülasa irfan, bir zümrenin tasvibine değil, Hakk’ın rızasına taliptir. İnsana düşen, sükûtu dahi hikmete dönüştürmek; kelamı, lafzın ötesine taşımak ve her hâlinde hakikati haykırmaktır. Zira nihayetinde, cehalet de fanidir; baki kalan, hakikatin avazesidir. Varlığın varlığa hakkı olan şu fani mekandan, alemi bekaya irtihalde sorulan merhumdan agah, nasıl bilirdiniz suali tam da bu hakikatlerin ve ünsiyetlerin karinesidir. Suale cevap sahibi, fehmeden kimsenin fehmi ve kanaati, fani alemde baki kalacak sâdadır. Kalan sâdanın meyli ise alemi ukba'yadır.


VESSELAM....

Yorumlar


bottom of page