top of page

TÜRKİYE'DE TOPLUMSAL ÇÜRÜME

Dünya tarihi iktisadi olarak birçok kriz gördü. Ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez ama sosyal çürümeyi de düzeltemezsiniz. Şu anda Türkiye’de sosyal çürüme var. Bunun düzelmesi çok zor; dönüşü olmayan bir yerdeyiz.

ree

Geçmiş zamanda normal bir sokak röportajı olarak gündeme gelmişti bu konuşma. Gündeme geldiği zaman kulak arkası eden muhteşem toplumumuz, bu konuşmayı yapanın Dr. Zeliha Burtek hanımefendi olduğunu öğrendikten sonra kendini ön plana atarak “Evet, ben de öyle düşünüyorum. Türkiye’de bu sorun her şeyden daha önemli.” demeye başladı.

İşin komik tarafı, bu olayda bile trajikomik bir gerçeklik var. Bu sözleri bir üniversite hocası değil de başkası söylediğinde umursamayanlar, hoca söyleyince “Haa, ben de böyle düşünüyordum zaten.” demeye başlıyor. Durkheim’ın da değindiği anomi kavramı sanki bugünün Türkiye’sine ışık tutuyor.

Peki nedir bu anomi kavramı? Toplumun bireyle olan sosyal bağının kopmasıdır. Şimdi bazı kimseler “Ülke ekonomisi çok bozuldu, tabii ki toplum da bozulacak.” diyecektir. Kendilerince haklı bir temele dayandırabiliriz. Ama yukarıda geçen konuşmada bir ifade var: “Kapital kendini yok etmez.” Evet, etmez. Dünya yaratıldığından beri büyük ya da küçük ekonomik bunalımlar yaşadı. Kendini geliştirdi ya da küçüldü; ancak hiçbir zaman kendini yok etmedi.

Peki toplumdaki kriz, daha doğrusu geçmişten gelen bir çürümeyle önü alınamaz bir hastalığa dönüşen toplumsal çürüme nedir? Trafikte kırmızı ışıkta geçmeyi “uyanıklık” olarak gören; dürüst çalışan esnafın değil “kurnazın” övülmesi; haklının değil, güçlü olanın kazanacağına dair inançlar ve daha niceleri… İnsanların kendi adaletlerini sağlamaya çalışması, sınavlarda test çözmekten başka şey bilmeyen gençliği kitap okumak yerine sosyal medyadan kısa içeriklerle bilgi edinmeye çalışması… Dahası, asıl komik durum şu ki: Adaletin mahkeme salonlarında değil de sosyal medya sayfalarında aranması, kaybolmuş koca bir toplumun çürümesi daha doğrusu övünülen kolun kangren olmasının işaretidir.

Bunu yapan  dış etkenler midir yoksa kendimiz mi? Kötü sonucu olan her şeyde başkasını suçlamak en basit yöntemdir. Peki asıl suçlu kendimizsek sonuç nasıl değişecek? Bugün sosyal medyada o an ne ünlüyse ona göre hareket eden, fikir değiştiren, ona göre yaşayan muhterem halkımız; hep bir başkasını suçlayarak kendi suçuna perde çekiyor.

Düğünlerde borca girerek gösterişli salonlar tutulması; “Komşunun arabası var, bizim de olmalı.” anlayışı; “Hayır, onun karısı/kocası şöyle…” diyerek söze başlamalar… Muhteşem halkımız hâlâ kendini bilemeyip, kendini tanımayıp bir başkasına kendini endekslemesi toplumun çürümesinin en büyük göstergeleridir.

Tabii ki güzel şeyleri herkes ister. Arkadaşınızdan gördüğünüz bir şeyi kendinize isteyebilirsiniz ya da ondan örnek alabilirsiniz; bu en tabiî, en doğal durumdur. Ama bunu hayatının tamamını şekillendirecek kadar değil. Kavalcı hikâyesindeki gibi, kendine bir kavalcı bulup o ne çalıyorsa onun peşinden gitmek ve ona göre hareket etmek değildir asıl olan.

Peki ya konuşulan dil? Türkçeyi kullanmada yabancı dillerden alınan sözcüklerin artması, dilin kural ve yapısının zarar görmesi, millî şuur eksikliği gibi nedenlerden dolayı yaşanan dilsel yozlaşma… Daha doğrusu geçmişte yapılan hatalarla beraber dilimizin karanlıkla aydınlık arasında sıkışıp kalması.

Değer verdiğimiz her şey, güneşte eriyen kar taneleri gibi anında yok olabiliyor. Toplumsal çürümede yaslandığımız her değer, kumdan kaleler gibi dağılıyor. 9

Sonuç olarak Türkiye’de sosyal çürüme, tıpkı ağır ağır çöken bir bina gibi değerlerin taşlarını sessizce yerinden oynatmakta; güvenin, adaletin ve vicdanın çatlaklarından sızan karanlık, toplumsal hayatın bütün renklerini gölgelemektedir. Bir zamanlar komşulukla, dayanışmayla, dostlukla kurulan bağların yerini şüphe, çıkarcılık ve kayıtsızlık alırken; eğitimden adalete, dilimizden kültürümüze kadar uzanan geniş bir alanda çözülmeler görünmez iplikler gibi birbirine bağlanarak derinleşmektedir. Bu manzara, sadece bugünün değil, yarının da inşasını tehdit eden bir erozyonun sessiz ama yıkıcı izlerini taşımaktadır.

Yorumlar


bottom of page